Ertesi gün yepyeni bir gündü. Dün geceyi de olanları da o salonda, o soğuk gözlerde bırakmıştım. Saat Henüz sabahın 7siydi. Hiç iştahım yoktu. Zaten Şeyda da gece gelmemiş Aras'ta kalmıştı.
Kahvaltıyı es geçerek kahve için su koydum. Bugün yeni evime taşınmama yardım edecekti Tunç. O benim aksime kahvesini bol sütlü içerdi. Bu yüzden cezvede onun için biraz da süt ısıttım. On dakika sonra zil çalmış Tunç elinde pastane paketleriyle gelmiş, küçük renk renk kekler, çeşitli poğaçalar getirmişti. Üçüncü pakette ise benim şekerli şeyler sevmediğini simit sevdiğimi bildiği için bol susamlı simitler vardı. Unutmadığını görünce gülümsedim. Mutfakta onun getirdiklerini yerken, istemsizce düşünmek istemesem de dün geceyi düşünüyordum ve Tunç'un o geceden bahsetmemesini diliyordum.
''Dün erken ayrılmışsın. Şeyda seni göremeyince küçük bir panik atak yaşadı.'' dedi kıkırdayarak.'' Ama neyse ki ulaşınca rahatladı.''
Ah kahretsin işte açılmıştı konu. Hızlanan kalp atışlarımı yok sayarak, ses tonumu sakin tutmaya çalıştım.
''Evet, biliyorsun pek hoşlanmıyorum bu yüzden erken kaçtım diyelim.''
Neyse ki gözlerinde en ufak bir şüphe belirtisi yoktu, ifadesiz tutmaya çalıştığım sesim beni ele vermemişti belli ki. Dün akşamki saçmalığı kimsenin bilmesini istemiyordum. Hala kızgındım. Hem o küstah adama hem de ona karşı savunmasız kalan kendime. Bu konu dallanıp budaklansın istemiyordum. Belli ki sarhoş falandı. Zaten bir daha nerede görcektim ki o adamı?
İki saat sonra tamamen toparlanmış bütün özel eşyalarımı valizlere toplamıştım. Tunç son kutuyu da almış taşıma şirketinden gelen adama teslim ederek eve gitmeleri için yönlendirmişti.
''Hazırsan çıkalım mı?
Son bir kez eve göz gezdirdim.
''Hadi gidelim.''
Yarım saat süren araba yolculuğunun ardından rastgele hole bırakılmış kutu ve valizlere bakıp iyi ki taşınmadan temizletmişim evi diye kendimi tebrik ettim. Yoksa eve yerleşmek tam bir işkence olacaktı. Elimi belime koydum, Tunç'a gözlerimi kısarak konuştum.
''Hazır mısın?''
Gülümseyerek cevap verdi.
''Her zaman bebek.''
Bütün eşyaları yerleştirmeyi bitirdiğimizde biz de bitmiştik ve kendimizi salonda kanepeye atmış, yorgunluk kahvelerimizi içiyorduk. Telefon çalınca mutfakta bıraktığım telefonuma doğru ilerledim. Gördüğüm isimle bekletmeden açtım.
''Evet Şeyda. Yeni bitirdik. Tunç olmasaydı birkaç gün sürerdi eminim. Saçmalama lütfen sen kendi işlerinle meşgul ol. Haftaya düğünün var ama aklın bende. Tamam, dikkat ederim anne. Tamam, kapımı da iyi kitlerim.''
Gülümseyerek telefonu kapattım. Salona doğru ilerledim. Tunç koltuğa sırt üstü uzanmış ve uyuyakalmıştı. Uyurken yaşından daha genç gösteriyordu. Böyle zamanlarda ona karşı şefkat hissederdim. Yatak odasından üzerine bir pike getirip örttüm. Çok yorulmuştu onu uyandırmaya gönlüm razı olmamıştı. Uyanana kadar ellememeye kadar verdim.
Saat çoktan 11 olmuştu ve henüz tezimi düzeltmek için hiç bir girişimde bulunmadığımı fark ettim. Sıkıntıyla iç geçirerek notlarımı buldum ve mutfaktaki antika masaya gelerek, kahvemden bir yudum aldım. Hocayla konuştuğum kısımları düzeltmeye başladım. Tüm eksiklikleri adam akıllı toparladığımda duvardaki saat 12 buçuğu gösteriyordu. Her yerim tutulmuştu kollarımı oynatırken, mutfak kapısından içeri üzerinde uyku mahmurluğuyla Tunç girmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAPLANTI
ChickLitO, içimi donduran soğuk kahvelerin sahibi: Kerim Arslan Akbatu... Onun oyununda gergin bir ip üzerinde yürüyordum ve oyunu bitirip beni ne zaman yere düşüreceğini bilememek, bana ne zaman çelme takacağını kestirememek, sadece bu oyunun hükmen mağlub...