Bazen kendimle ilgili en büyük sorunun kontrol olduğunu düşünürdüm. Fazlasıyla kontrollü ve sıkıcı. En ufak bir sorunda kendi dünyama sığınmam, insanları kendimden uzak tutmam, hayatıma girmek isteyen erkeklerden vebadan kaçar gibi kaçmam, kırılmamı hep engellemişti. Peki yaşamamı? Gerçekten yaşamamı sağlamış mıydı bunu düşünürdüm. Ama şimdi görüyorum ki kontrolün elimden gitmesi sadece daha fazla üzüntüye ve kırılmaya yol açıyordu. Birinin iznim olmadan sınırlarımda parmak uçlarını gezdirmesi, bulduğu ufak bir çatlaktan içeri sızıp, ansızın büyük bir gürültüyle o duvarı yıkarak içeri adım atması ve oraya kurduğum bana ait olan o dünyada, beni tahttan indirmesi yok olmama neden oluyordu.O hayatıma girene kadar, kendimle ilgili bütün olanlar benim kontrolümdeydi ve duygularım sadece bana itaat ederlerdi. Üzülmek, heyecanlanmak, kızmak, öfkelenmek, bağırmak, huzursuzluk... Hayatımda bu kelimelere ben istemediğim sürece yer yoktu. Kurduğum küçük ve güvenli dünya bana aitti. Bir adam gelip tüm bunları yıkamazdı. Benim hakkımda karar veremezdi. ''Sen benimsin.'' diyemezdi.Bana kendimi değersiz hissettiremezdi.
Benim hayatıma bir evliliği kurtarmak için girdiğini iddia ediyordu. Kendisini haklı çıkaracak sebepler bulmaya, beni büsbütün eli kolu bağlı hale getirmeye çalışıyordu. Ama anlayamadığım şeyse; sevmediği istemediği biriyle olmayı sorun etmiyor muydu? Onun yanına yakıştığımı bile düşünmüyordum. Olabileceği yüzlerce güzel kız varken sırf arkadaşı için benim sevgilim olmak biraz fazla fedakar olmayı gerektirmiyor muydu? Gönlü bu kadar bonkör müydü? Tamam, çirkin falan sayılmazdım ama onun yanında oldukça sıradan kalıyordum. Üstelik tek sebep bu da değildi duygular ya onlar? İnsan içinde aşk, sevgi olmayan bir birlikteliğe adım atabilir miydi? Bundan daha küçültücü bir şey düşünemiyordum. Evet, o benim gözümde küçük bir adamdı. Basit ve sığ bir adam. Ve ben onun beni aşağıya kendi çukuruna çekmesine izin vermemeliydim.
Bütün gece uyuyamamış sadece yatakta dönüp durmuştum. Bu adamın peşimi bırakması için ne yapmalıydım? Geceden beri ağrıyan başım sabah olmasına rağmen geçmemişti. Yataktan kalkıp ayaklarımı sürüyerek mutfağa yöneldim. Dolapta biraz göz gezdirerek bir elma aldım. Yıkadıktan sonra salondaki kanepeye oturararak yemeye ve baş ağrıma neden olan konu hakkında kendimi motive ederek düşünmeye başladım.
Kurtulacaksın... Kurtulacaksın... Merak etme...
Tunç'un da bir sürü sorunu vardı bir yanda şirketteki sorumlulukları bir yanda dün akşamki hali... Artık onu bu işe karıştıramazdım. Bir de benim yüzümden bu adamla uğraşmasını istemiyordum. Nitekim inatçı tavırlarından yola çıkarak düşününce ona da inanmayabilirdi ve böyle bir durumda Tunç'u biraz tanıyorsam bu olay daha da büyür, kıyamet kopardı. Acaba taşınsa mıydım? Başımı iki yana salladım. Adresimi ben vermemiştim. Buradan taşınsam bile beni yine bulabilirdi. Hem zar zor ev bulmuştum zaten. O adam için düzenimi bozacak değildim. Üstelik benim için arkadaşıyla konuşup bana bu evi kiralayan Tunç'a diyecek bir şeyim de yoktu. Bir daha gelirse kapıyı açmasam acaba bir rezillik çıkarır mıydı? Apartmana rezil olmak istemiyordum.
Odama geçip üzerime gri yün bir kazak ve lacivert bir pantolon geçirdim. Siyah kabanımı ve aynı renkte çizmelerimi giyip çantamı aldım. Kapıyı çekerek merdivenlere yönelirken beremi başıma geçirmiş, soğuğa karşı önlemlerimi almıştım. Önce kütüphaneye geçen ay aldığım kitabı iade edecektim. Sonra da Şeyda'ın düğünü için bir elbise alacaktım.
Saat beşe doğru tükenmiş bir vaziyette kendimi eve atabilmiştim. Yatak odasına ilerleyip elimdeki elbiseyi kılıfıyla birlikte dolaba astım. Koyu lacivert uzun sade bir elbise almıştım. Bu elbiseyi bulmak benden saatlerimi çalmıştı. Taşlar, simler, abartılar pek bana göre değildi. En sonunda kendime göre bir şey bulduğumda bu tatsız iş bittiği için mutluluktan ağlayabilirdim. Elimdeki çantamı da pencerenin yanındaki sandalyeye bırakarak mutfağa yöneldim. Kafeine ihtiyacım vardı. Ocağı kapatıp kahveyi fincana boşaltırken kapı çaldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAPLANTI
ChickLitO, içimi donduran soğuk kahvelerin sahibi: Kerim Arslan Akbatu... Onun oyununda gergin bir ip üzerinde yürüyordum ve oyunu bitirip beni ne zaman yere düşüreceğini bilememek, bana ne zaman çelme takacağını kestirememek, sadece bu oyunun hükmen mağlub...