O gecenin üzerinden tam üç hafta iki gün geçmişti. Bu süre zarfında Denizle ilişkimiz açısından önemli gelişmeler yaşanmıştı. Ailesiyle tanışmış, kendimi bir hayli sevdirmiştim. Haftada en az iki kere iş çıkışı yanlarına gidiyor, güzel bir akşam yemeğinin ardından hoş sohbetler beraberinde geliyordu. Yıllardır çektiğim sıcak yuva özlemini şu kısacık zamanda telafi edebilmiştim. Pırıl Tuna takısını atmış, direk abi demeye başlamıştı. Hatta Elif Teyzeden Elif Anneye bile terfi etmiştim fakat Faruk Amca yürürlülüğünü koruyordu. Onun açısından bir problem olacağını düşünmüyordum hatta buna bozulduğu da aşikardı fakat utanıyordum işte.Yaklaşık iki haftadır Denizle resmen karı-koca hayatı yaşıyorduk. Birlikte yatıp kalkıyor, şirketteki bazı durumlar haricinde neredeyse hiç ayrılmıyorduk. Ve çoktandır anladığınız üzere ona artık adıyla hitap ediyordum.
Deniz, günden güne İremin adı geçtiğinde bile gittikçe hırçınlaşıyor, soyadının hakkını veriyordu. Kıskanması her ne kadar beni zevkten dört köşe yapsa da ufaktan huzursuzlanmaya başlamıştım. Çünkü ortada hiç bir şey yoktu. Yani gerçekten yoktu. Öyle her ucuz romana konu olmuş esas oğlanın salaklıklarından biri kesinlikle değildi. Hatta uzun zamandır İremle aynı ortamda bile bulunmuşluğumuz yoktu. Ama yine de Denizi anlıyordum.
Gelişmeler yalnızca bizim açımızdan ibaret değildi. Yiğitin piyangodan iki kardeşi çıkmış, tatlı bir barışma merasiminin ardından bir kaç günlüğüne Amerika'ya gitmişti. E haliyle o kocaman ev kardeşlerine kalmıştı. Tarıkla tanışıp muhabbeti ilerletsek de yalnızca ismen bildiğim Simyayla henüz karşılaşmamıştık.
Bir de küçücük bir detay daha mevcuttu. Şehrin neredeyse her bir köşesine asılan pankartlarla kimliğimi ifşa etmiş, kısa zamanda büyük bir hayran kitlesi elde etmiştim.
Galiba mutluydum.
"Tuna. Hazırım ben. Hadi kalk o bilgisayarın başından da geç kalmayalım." Genç adam sevgilisinin sözünü ikiletmeden büyük bir çabuklukla yerinden kalkmış kapıya doğru yönelmişti ki olduğu yerde dondu kaldı.
Deniz sabah erkenden kalkmış, saçını düzleştirmiş, büyük bir özenle giydiği mini siyah elbisenin hakkını bir hayli vermişti. E tabi ultra yoğun makyajı da bunun cabasıydı.
Genç adam şokunu kısa bir sürede atlatıp hızlı adımlarla genç kadının yanına ulaştı. Dudaklarına ufak bir öpücük kondurduktan sonra kulağına fısıldadı. "Ne güzel olmuş benim sevgilim böyle." Ardından kendini yan tarafındakı koltuğa bırakarak ciddi bir şekilde devam etti. "Hadi elbisenin geri kalanını da giy de çıkalım. Geç kalmayalım." Genç kadın ufak bir duraksamanın ardından yanıtladı. "Anlamadım." "Hayatım, pazartesi bugün. İş var. Hadi giyin de çıkalım." "Tuna ben giyiniğim zaten. Saçmalama." "Bence ikimiz de birbirimizi anladık. Hadi uslu uslu üstüne olan bir kıyafet giy, o makyajını da sil. Yalnız acele etmeni şiddetle tavsiye ediyorum lakin biz şiddete karşıyız, zira Beşiktaşlıyız. Hadi güzelim." "Tunacım, sevgilim, bir tanem. Saçmalama. Nesi var kıyafetimin?" "Buna klişe bir şekilde cevap vermek istemezdim ama yapabileceğim bir şey yok. Sorun da orada ya hayatım. Bir şeyi yok. Yani kıyafet namına bir şey göremiyorum ben ortada. Hadi git değiştir. Zorlama beni." O sırada gelen mesaj dikkatleri üzerine çekmeyi başarabilmişti.
Deniz bıkkınlığını belli eden bir edayla mesajı açtı.
Gözleri iyileşti, ağzı hafiften aralandı. "Ne yazıyor?" "Zuzu çabuk dergiye gel. Yiğit her şeyi öğrenmiş. Odasının kapısı kitli. Çok korkuyorum. Çabuk ol zuzu."
-Başında tire olmadan yazılan koyu renkli yazılar not değil, Tuna'nın ağzından yazılan kısımlardır. Okumadan geçmeyiniz."