Meleğin İzleri || 2

385 33 2
                                    


-2-

"Onun erişilemez bir yalnızlığı vardı ve ben onun gibi olmak istedim."

|Barış|

*

Kapıyı kapatıp odadan çıktığında bir süre duraksadı. İstemsiz bir hareketti bu ve o an kendini derin düşüncelere dalarken buldu. Hayat öylesine mucizelerle doluydu ki... Bazen insanın yaşamaktan yorulduğu da oluyordu, yaşamaktan dolu dolu mutluluk duyduğu da. Her insanın boşluğa düştüğü anlar olurdu. Barış her boşluğa düştüğünde Melek'e tutunmuştu, onun varlığıydı genç adamı ayakta tutan. 7 yıl kardeş gibi büyümüşlerdi onunla, varlığına öyle alışmıştı ki... Herkesin yaşama tutunmak için en az bir sebebi vardı. Barışın ise çok sebebi vardı fakat en önemlisi annesi ve Melek'in varlığıydı. Merdivenlerden aşağı inerken aklı halâ ondaydı. Kendi kendine "Sessiz meleğimiz," diye mırıldandı. Ne de naif bir çocuktu buraya geldiğinde.

O geldiğinde her şey bambaşkaydı, Barış da bambaşkaydı. Kendinden bahsedemeyecek kadar tanışmıyordum kendiyle. Sadece zengin bir ailenin sıradan çocuğuydu. 17 yaşında, babası öldükten sonra annesi ve dayısıyla ihtişamlı bir köşkte yaşayan, kişilik sahibi bir insandı. Para hiçbir zaman üzerinde bir etki kuramamıştı, henüz genç olmasına rağmen paranın onun için çok da büyük bir değeri yoktu. Tek çocuğunu 5 sene önce yangında kaybetmiş olan yaralı bir dayısı ve ona kol kanat geren bir annesi vardı. Soran olursa "Biz bu kadardık işte, çözülmesi kolay bir denklem gibiydik." derdi hep. Ta ki Melek onun, dayısının ve annesinin sıradan hayatına girene kadar...

Patlıcan moru eski ayakkabıları vardı. Sağ ayakkabısının kurdelesi düşmüş, sol ayakkabısının kurdelesi de sallanıyordu, düşmek üzereydi. O an bu ayrıntıya neden dikkat ettiğini bilmiyordu ama onun hakkında ilk hatırladığı şey buydu. Dayısı Adnan Bey evlat acısı yaşamış mert bir adamdı ve artık bu acıyla nasıl baş edilebileceği konusunda hiçbir şey bilemez haldeydi. Bu küçük kız çocuğunu getirmeyi tercih etmişti, onca çocuk içinden neden bu küçük çocuk? Gerçekten bilmiyordu Barış, vardır dayımın bir bildiği demişti hep. Barış'ın bildiğiyse bu çocuğun herkes olamayacak kadar hiç kimse olmasıydı. Farklılığın vücut bulmuş haliydi.

Dün gibi hatırlıyordu o günü. Dayısı o küçük çocuğu arabadan indirip elini tutarak köşkten içeri girmişlerdi. Arkalarından gitti Barış, onu aileyle tanıştıracaktı besbelli. O gelmeden önce hakkında çok konuşulmuştu, onun hakkında bildiği tek şey 13 yaşında olduğu, gördüğü tek şey de ayakkabı detaylarıydı işte. Kimsesizler yurdundan gelmişti. Sahi, nasıl bir yerdi orası? Orada eski ayakkabılar mı dağıtıyorlardı bu çocuklara? Daha önce duyduklarına göre başkalarının eskilerini giyiyordu oradaki çocuklar. Ne kadar onur kırıcı, ne denli utanç verici olduğunu tahmin edemiyordu bile Barış. Onun suskunluğu genç adamın yüreğini delip geçiyordu. Adnan Bey onu salonun beyaz koltuklarına oturttuğunda bir kendisine baktı küçük, bir de oturduğu temiz koltuklara. Koltukları kirletmiş gibi mahcup ve çekingendi, hâlbuki kendisi tertemiz olduğunun farkında değil miydi? Dayısın sözleri yankılandı delikanlının kulaklarında.

"Melek, canım bak bu Barış ağabeyin. Benim yeğenim olur, sen artık onun kardeşi sayılırsın." Onun şefkat dolu sözleri zavallı kızcağızın yüreğini ısıtmış olmalıydı. Geldiğinden beri feri sönük olan gözleri parıldamıştı, oradan anladı Barış. Sonra dayısının ona dönen gözleriyle meraka kapıldı delikanlı. "Barış, Melek bundan sonra bizimle yaşayacak. Ben ona dersleri için özel hoca tutacağım, bir süre evde eğitim görecek."

Meleğin İzleri | İz Serisi 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin