Meleğin İzleri || 1

532 45 9
                                    


-1-

"Çünkü bir kere terk edilirsen bu terk edilme duygusu asla peşini bırakmaz. Bir yılan gibi kemirir seni, ta ki senden hiçbir şey kalmayana kadar."

| Melek |

*

Günışığı odasına dolarken araladı gözlerini. Yine kâbusundan eser yoktu, konforlu yatağında uyanmıştı. Derin bir nefes aldı ve sakinleşti. Onu seven küçük bir ailesi ve mutlu olmak için milyonlarca sebebi vardı. Derin bir nefes alıp gerindi ve ayağa kalktı. Banyoya girip yüzünü yıkadığında ayılmış gibiydi. Halâ hayal dünyasındaymış gibi hissediyordu, bu harika hayat onun muydu? Bunu hak etmek için ne yapmış olabilirdi ki? Aynada kendine bakarken "Neden ben?" diye sorguluyordu.

"Melek, diğer talihsiz çocuklar gibi terk edilenlerdendi. Bir ailesi olmayan diğer tüm yetim ve öksüzler gibi hayata bir sıfır yenik başlayan bir çocuk... Hiçbir zaman kendine güveni yoktu, ağlamaktan başka şey öğrenebilmiş değildi. 5 yaşında yetimhaneye bırakıldığında, ondan önceki hayatı yok gibiydi. Aslında anne ve babasının sürekli kavga ettiğini ve annesinin dayak yediğini hayal meyal hatırlıyordu. O yaşta bir çocuk bunu nasıl anlamaya çalışırdı ki? İnsan nasıl anlatabilirdi ona dayağın ne olduğunu?

O son gün...

Babasının bıçağı annesine sapladığını görmek ve 5 yaşındaki bir çocuk için bunu yorumlamak ne kadar kolay olabilirdi, bu soruyu kimse cevaplayamazdı. Annesinin kanlar içinde yerde yatışına nasıl bir anlam yükleyebilirdi? Daha 5 yaşındaydı, sadece 5! Para neydi, bir değeri var mıydı? Bütün bunları bilmezken, eline sıkıştırılan çakıl taşlarını bile para sanacak kadar safken ölmek nasıl bir şeydi, aslında etraftaki insanlar şuan yaşıyor muydu gibi soruları nasıl cevaplayabilirdi? Bütün bunları sorgulamak için çok küçüktü işte. Hapis nasıl bir şeydi ve oraya götürülen babasını bir daha görebilecek miydi, bunları nereden bilebilirdi? Büyüdükçe anlayacaktı baba dediği o adamın cezalandırılışını ama kendisini neden terk ettiğini asla anlayamayacaktı kuvvetle muhtemel."

"Çünkü bir kere terk edilirsen bu terk edilme duygusu asla peşini bırakmaz. Bir yılan gibi kemirir seni, ta ki senden hiçbir şey kalmayana kadar." diye düşünürken buldu kendini.

Melek küçük bir çocukken ve tüm bunları yaşamışken alıp götürmüşlerdi onu çocuk dolu bir binaya, neden kimsesizler yurdu diyorlardı bilmeden yerleşmişti oraya. Koca bir bina, içinde bir sürü oda vardı. Halâ bazı detayları çok net hatırlayabiliyordu. İçeri girdiğinde binanın soğuk mavi rengi bile küçük kızı korkutmaya yetmişti. Her odada çokça yatak bulunuyordu, bir sürü çocuk aynı odada kalıyor olmalıydı. İlk geceler hep ağlamıştı, uyumak nedir unutmuştu. Daha ana kuzusuydu. Buraya neden geldiğini, burada neden kalmak zorunda olduğunu bile bilmezken yalnızlığa nasıl katlanabilirdi? Ne olursa olsun güzel bir çocuktu, lüle lüle sarı saçları olan güzel bir çocuk... Buna rağmen yıllarca orada kalmaya devam etmişti. Evlat edinmek isteyen çiftler geldiğinde tüm çocukları süsleyip püslerlerdi. Kurbanlık koyunlar gibi insanların önüne sunulmak oldukça onur kırıcıyken seçilmemek demek bir dahaki sefere kadar buraya hapsolmak demekti o çocuklar için. Yalnızlığa terk edilmek buradaki çocukların kaderinde vardı. Konuşabilmesine rağmen hiç konuşmazdı Melek, gerek var mıydı ki buna?

Tüm bunlar Melek 13 yaşına gelene kadar devam etmişti. Bir sürü çift gelmiş, bir çocuğu seçip gitmişti. Çok güzel bir çocuk olmasına rağmen küçük kızın konuşmaması ürkütmüştü hepsini. 13 yaşına geldiğinde bir koruyucu ailesi oldu. Buraya geldiği ilk gün koruyucu aile nedir bilmezdi, aile kavramını bile bilmeyen bir çocuktu o hep. Kanlar içinde yerde yatan bir annenin bağrından koparılıp getirilmiş bir ana kuzusuydu. Orada yaşamaya başladıkça evlat edinmek nedir, koruyucu aile ne demektir öğrenmişti. Yaşı ilerledikçe konuşuyordu da artık. Tek sorun kekeleyerek konuşmasıydı, bazen bu durum onunla iletişime geçmek isteyenleri usandırıyordu. 5 yaşındayken dilsiz olduğunu sanan ve onu almak istemeyen o çiftler şimdi kekeme olduğu için sırt çeviriyorlardı. Aslında pek de bir fark yoktu, her şartta ve durumda reddedilen, ötekileştirilen bir çocuk olmuştu işte. Ta ki birileri koruyucu ailesi olmak isteyinceye kadar... Hani çocukken herkesin bir sürü hayalleri olurdu ya, birilerinin gelip çocukluk hayallerini gerçekleştireceğini sanırdı tüm insanlar. İşte tam olarak böyle hayalleri olan basit bir çocuktu Melek. Ne bir eksik, ne de bir fazla... Koruyucu ailesi olduğu için de çok mutlu olmuştu ilk zamanlar. Fakat zamanla koruyucu aile kelimeleri küçük kız için bir korku filmi niteliği taşımaya başlamıştı. Duygularıyla birlikte bedeni de yaralanmaya başlamıştı. Hiç çocuğu olmayan, olan tek çocuğu da ölen akıl hastası denilebilecek bir ailenin yarım yamalak sahiplendiği bir çocuktu. Küçükken annesinin dayak yediğini gören, büyüdükçe dayak yemek nasıl bir şey hissetmeye mecbur bırakılan bir insan haline gelmişti. Neyse ki bu yalnızca 3 ay sürmüştü ve Melek'e zarar verildiğini geç de olsa fark eden kimsesizler yurdu yine soğuk kanatları altına almıştı savunmasız çocuğu. Kendisi de dâhil tüm çocukların müdüre anne diye seslendiği yetimhane müdiresi o gün hiç unutamayacağı bir şey söyledi Melek'e. Kulağına eğildi ve "Bundan sonrası çok daha zor olacak. Sen güçlü bir kızsın, başarabilirsin." dedi. Sahi, başarabilir miydi? Çok geç kalmışlardı, bedenindeki kalıcı yaraları onaramayacak kadar geçti... Artık o izlerle yaşamak zorundaydı Melek. Bütün bunlardan sonra zaten kekeme olan hem öksüz hem de yetim kız bir de dilsiz olmuştu. Duyuyor, görüyor ama konuşamıyordu.

Hayat artık onun için siyah beyaz bir filmdi. Hatta hiç konuşulmayan, sadece hareketlerin baz alındığı bir film. Hayatının buradan ibaret olduğuna emindi artık. 13 yaşındaydı ve okulda başarısızdı. Herkes ona geri zekâlı muamelesi yapıyordu ve ben bunu artık içerleyemiyordu bile. Öyle ki, kendisi bile inanmıştı geri zekâlı olduğuna. Öyle olmasa neden her gittiği yerde zulüm görsündü ki? Dahası, dilsiz bir geri zekâlıyı kim evlat edinmek isterdi? Yurt denilen bu yerde birbirinden güzel, şirin, sevimli çocuk varken neden bir ucube? Bu sorunun cevabını bulamadığı bir gün geldi çattı Melek için. Çok zengin bir adam onu evlat edinmek istedi ve o an tüm hayatı değişti. Kim, neden onu almak istesindi ki? Bu kadar tatlı ve normal çocuk varken neden kendisi?

Uzun yıllar bunu çok düşünmüştü. Şimdi 20 yaşında genç bir kızdı artık, o günler geçip gitmişti ama izleri kalmıştı. Bedenindeki izler... Onlar iğrençti evet, ama daha iğrenci de vardı. Ne miydi? Alınan bu yaraların zamanla insanı içine kapanık bir insan haline getirmesi elbette. Bir zamanlar konuşmamak onun tercihiyken şimdi deli gibi istediği halde konuşamıyordu. Bu... Bu durum zamanla kendini işe yaramaz hissettiriyordu. Ve bu sabah ona göre geçmişini anmak için en doğru sabahtı. Çünkü bu sabah, babası olacak adamın mektubunu aldıktan sonraki ilk sabahıydı Melek'in. Yatağında oturmuş dünyaya geliş sebebini sorgularken kapının çalışını duymamışı bile. İçeri giren adama baktı anlamsız bakışlarla. Rüya değildi, gerçekti bu güzel insanlar. Onun yanındaydılar ve Melek'i öz ailesinden bile çok seviyorlardı.

"Meleğim, e hadi kahvaltıya!"

Birlikte büyüdüğü bu adam, Barış... Herkesin sevdiği, saygı duyduğu, efendi olarak nitelendirilebilecek biriydi. Üstelik ona da çok değer veriyordu. Dünyanın en değerli mücevheriymiş gibi üzerine titreyişi Melek'i mutluluktan deli ediyor, bambaşka bir diyara götürüyordu. Onun tarafından sevilmek, şımartılmak... Bu harika bir duyguydu! Genç kız sadece başını salladı uysal bir biçimde, ama karşısındaki adam tatmin olmadı.

Telaşlı bakışlarını bastırmaya çalışarak Melek'in yanına ilişti. "Bir tanem sen iyi misin?"

Evet, anlamında başını salladı kız. Onu mutsuz etmek, istediği son şeydi. Bakışları "Sana inanmıyorum!" diye bağırıyordu adeta. Buna rağmen üstüne gelmedi ve anlayışlı bir biçimde başını salladı. "Tamam, o zaman, dayımla annem kahvaltıya oturdu, seni bekliyoruz." Geleceğim der gibi ağzını oynattı Melek. Gözlerinin içine kadar gülümseyip kendisine sarılan adama karşılık verdi. İçinde bulunduğu çıkmazdan bu aile çıkarmıştı onu. Bir enkazdan ibaretken her şeyini onarıp onu topluma kazandırmıştı bu güzel insanlar. Her biri onu mutlu etmek için kendini paralıyordu. Bunun hatırına gülümsemeye çalıştı genç kız.

"Senin bir gözyaşın için tüm dünyayı yakarım ben. O yüzden hep böyle gül ki gezegeni ateşe vermeyeyim, tamam mı güzellik?"

Yine Barış'ın o karizmatik göz kırpışıyla karşı karşıyaydı Melek. Güldü keyifle, Barış'ın kıymetlisi olmak bu hayatın ona tanıdığı en büyük ayrıcalık olmalıydı. Çektiği tüm acılara rağmen onun tarafından sevilmek mükemmel bir duyguydu. "Tabi Adnan Babam ve Rana Annemi de unutmamak gerek..." diye geçirdi içinden. Cennete düşmüş gibiydi. Ve komodinde duran zarfa bakarken bu anın hiçbir zaman bitmemesini, o kötü günlere bir daha dönmemeyi diledi.

...

Meleğin İzleri | İz Serisi 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin