1.

46 17 24
                                    


Siyah karıncalı bir görüntüye uzun süre baktım. Televizyonun çekmeyen kanalını, o karıncalı görüntüyü belki yayın geri gelir umuduyla izlemek gibiydi bu bekleyiş. Farklı olarak benim gözlerim açık değildi.

Göz kapaklarımın ağırlığı ve kafamdaki ağrı gözlerimi açma isteğimi engelliyor hareket etmekten çekiniyordum. Kısa süreli bir hafıza kaybının ardından yaşamış olduklarımı hatırladığımda korkudan açmak gelmiyordu içimden. Hala aynı sokakta çamurun içinde yattığımı düşününce irkiliyor ve bunun yalnızca bir kabus olduğunu hatırlatıyordum iç sesime. Zira yatmış olduğum yer beton değil sıcacık bir yataktı. Biraz sert bir yatak... Bu gerçeği idrak ettiğimde kendi yatağımda olmadığımı anladım ve içimdeki endişenin yıkıcı gücüyle gözlerimi açtım. Hafifçe aralanmış ağzım iyice kurumuştu. Bu nedenle gördüğüm görüntü karşısında yutkunamıyordum. Kendi odamda değildim.

Sanırım biri beni yerde kanlar içinde yatarken bulmuştu.

Kanlar içinde yerde yatmak... Bıçaklandığım anı detaylı bir şekilde hatırladığımda yorganı üzerimden attım ve hafifçe doğrulup karnıma elledim. O sırada duymuş olduğum acı ve karnımın büyük bir bölümünün sargılanmış olması kabustan uyanmadığımı kanıtlıyordu. Yorganı tekrar üzerime çektim ve hafifçe doğruldum. Her hareketimde bıçak yaram insafsızca acıyordu.

Beni bulan kişi evine getirip yaramı iyileştirmeye çalışmış olabilir. Ölmediğime sevinmeli miyim acaba?

Ölmediğim için sevinemiyordum aksine çaresiz hayatıma geri dönüş yapmış olmama üzülmüştüm. Şimdi derse gitmediğim için devamsızlık günlerimden bir gün daha eksilmişti. Kotamı neredeyse doldurmuştum. Eğer bir gün daha gitmezsem 10 gün sınırını aşmış olacaktım ve bu da sınıfta kalmam demekti. Kesinlikle annem bu durumdan hiç hoşnut olmazdı.

Aklımdaki gereksiz düşünceleri bir kenara atıp etrafımı dikkatlice süzdüm. Oldukça garip bir ortamdaydım. Normal ev dekorasyonlarından farklıydı. Gri betondan oluşan duvar ve yer yağmurlu günlerde içinizde uyanan o garip hissin görüntü halini almış gibiydi. İnsanı tedirgin ediyordu. Odanın yalnızca bir duvarına yerleştiren pencereye söylenecek hiçbir kelime yoktu. Kare ve oldukça küçük olan bu pencere hapishanedeymiş gibi hissetmenize yol açıyordu. Kim neden böyle bir pencere yapmış bu odaya anlamak imkansızdı.

Odadaki tek eşya köşeye yerleştirilmiş yer yatağıydı. Beyaz çarşafla kaplanmış bu yatak küçük ve konforsuzdu. Pencerede parmaklık, kapı ise demirden olsaydı zindana kapatıldığımı ya da kaçırıldığımı düşünebilirdim.

Bu odayı dekore eden kişiyle tanışmak istiyorum. Kafasını çok merak ediyorum.

Beni kimin kurtarmış olabileceğine dair kendi içimde tahminler yürüttüm. Bunu düşünürken gözlerimin önüne yaşadığım o anlar geldi. Sürekli tekrar ediyordu bıçaklanma anım. Buz gibi mavi gözleriyle bana bakan o adam... Kimdi o adam? Neden oradaydılar ve yerde yatan adamı öldürdüler? Merak ettiğim birçok soru vardı bu konu hakkında. En çok kafama takılan soru ise bilincimi yitirmeden önce adamın bileğinde görmüş olduğum sembolü nereden bulduğu hakkındaydı. Bu sembolle tam üç yıl önce tanışmıştım. Babam gittikten yedi yıl sonra karşıma çıkmıştı anlamını bilmediğim gizem. Yıllardır araştırdığım halde hiçbir yerde bulamadığım bu sembolü o adamın bileğinde görmek beni şaşkına uğratmıştı. Nedense bu konunun ardında derin bir gerçeğin yattığına inanıyordum. Tesadüfe inanmadığım için içimden bir ses o adamı bulmam gerektiğini söylüyordu. Sembolün ve o adamın peşinden gitmeliydim.

Karşı duvara konuşlanmış olan kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Düşüncelerimden sıyrılarak dikkatimi kapıya ve içeri giren adama yönelttim. Simsiyah kıyafetlerin içinde bir adam girdi. Siyah deri ceketi ve motorcu botlarıyla kendisine sert bir stil oluşturmuştu. Bu sabah görmüş olduğum üç adamın tarzına benziyordu garip bir biçimde. Onlarınki gibi kolları dövmeyle kaplıydı. Kulaklarına kadar gelen hafif uzun sarı saçları tanıdık gelmişti ilk bakışta. Ardından bana doğru yaklaşmaya başlayınca kim olduğunu idrak ettim.

AZRAİL VE GECE #Wattys2017Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin