Uçağa bindiğimde Amerika'ya geri dönmek üzere koltuğuma kurulmuş camdan dışarı bakıyordum. Hariel de yanındaki kadın da çoktan geride kalmıştı. İpuçlarını aramak için önce mağarama gitmem gerekiyordu; ancak ondan da önce evden kendimi savunmaya ve saldırmaya yönelik malzemeleri alacak ve beslenecek bir yerler bulacaktım. Beslenerek büyü gücüme kavuşabileceğimi düşünüyordum ve bana şimdi güç gerekiyordu. O yüzden uçaktaki umutsuzluk ve kötülüğü taşıyan ruhları aramak için gözlerimi kapayıp altıncı bir duyum olan radarlarımı açtım. İki sıra önümde, cam kenarında oturan kadına takıldı gözüm. Ardından beslenmek üzere bedenimi açtım ruha, yavaş yavaş süzülerek bana gelmeye başladı, altın rengi ışığı yavaş yavaş zehirli yeşile dönüyordu. Evet, beslenmek gerçekten lanetin yayılmasını önler mi bilmiyordum ama zaten ondan kurtulmaya çalıştığımdan buradaydım, o yüzden ruhun dudaklarımdan süzülüp her hücremi sarsmasının keyfini çıkarmak üzere iyice arkama yayıldım. Belimde lanetin olduğu yer sızladı ama umursamadım. Zaten ölüyordum, her türlü ölecektim ama anlaşmayı gerçekleştirmeyi deneyerek, kurtulmak için çabalayacaktım. Güçlerimin parmak uçlarıma kadar içimde kaynadığını, tüm bedenimi karıncalandırdığını hissettiğimde gözlerimi açarak telefonumun ekranından renklerini kontrol ettiğimde o zehirli tona çok yakın bir yeşil olduğunu fark ettim. Gülümsedim. Uzamış dalgalı, kızıl saçlarımdan alnıma düşenleri geri attım. Yanımdaki yaşlı kadın elindeki incilden başını kaldırıp bana baktığında bana bir şeyler söyledi ve onun dilinde ona cevap verdim. Neredeyse tüm dilleri bilirdim. Bana Tanrı'ya inanıp inanmadığımı sormuştu, ben de ona inandığımı; ancak bu dünyada bizi yalnız bıraktığını söyleyip telefonumun tuş kilidini açmaya girişmiştim. Hariel'den yirmi sekiz mesaj vardı ve tamı tamına otuz iki kez aramıştı beni. Mesajlardan biri otomatik olarak ekrana yansıdığından gözüme takılmıştı. "Çok üzgünüm, ne olur affet, bana cevap ver" gibisinden bir şeyler yazılmıştı. Beslenmenin de getirisi olan güçle telefonu geniş ekranının karşılıklı iki kenarından tutarak tek hamlede büktüğümde yaşlı kadın hayretle bana bakarak boynundaki haça sarıldı ve dudağından çıkan şaşkınlık nidası pilotun iniş yapacağımız uyarısına karıştı. Bu havaalanından Hariel ile birlikte havalanmıştık ancak şimdi onsuz iniyordum. Ama ben sadece o pisliğin ölümünü görmek ve arabamı bıraktığım yerde bulmak istiyordum.
Ölümünü göremesem de güzel, siyah arabam hala bıraktığım yerdeydi; ancak sürücü koltuğunda bir not vardı;
Hançeri tamamla ve bize getir.
"Hay hay!" dedim ve gaza bastım. Evimin altında sağlam kalan o küçük sığınağı toparlamak ve o üçgen işaretini çizenlerin ellerini de koparmak için o hançere ihtiyacım vardı. Eğer ki satrançta piyon olmak istemiyorsanız şah'ı kendi ellerinizle devirmeniz gerekir. Piyonlar çabuk ölür ancak oyunu asıl kurtaran-yok eden onlardır. Şah ve Vezir'in en çabuk yok ettiği ancak belki de en çok muhtaç olduğu taşlardır onlar. Eğer ki piyonlar başlangıçta kötü hamlelerle giderlerse Şah ve Vezir'in ömrü de kısadır. O yüzden ben, en iyi hamlelerle Şah'a yaklaşmalı ve o benim karşı kaleye giderken ölmemi beklerken ben onun ölümünü planlıyor olacaktım. Bu oyunda ise şah örgüt, vezir ise meleklerdi. Ben ise kendi arafında sıkışmış, piyon kılığına sokulmuş oyuncunun ta kendisiydim. O oyuncuyu, beni yöneten bir Tanrı olsa bile şimdi tek başımaydım ve tüm o satranç tahtasını yakıp üzerinde dans etmek istiyordum. Hariel'den ve tüm o anılarından kurtulmak, eski yaşantıma geri dönmek ve üzerimdeki her yükten kurtulup birilerinin kanını dökmek...
Eskiden evimin olduğu, Hariel'i cehenneme hapsetmek için yerle bir edilmiş arazi molozlardan temizlenmişti. Sadece biraz fazla beslenerek gücümü toparlarsam büyüyle hepsini yerli yerine koyabilirdim. Onun yerine hala mükemmelce gizlenmiş sığınağıma girip ihtiyacım olan eşyaları alıp, buradan uzaklaşmak istiyordum. Evimi onu cehenneme hapsetmek için feda etmiş, lanetimi onun ellerine teslim etmiş ve onu cehennemden kurtarmak için var olduğum güçleri bir kenara bırakmış, muhtemel ölümümden sonra cennet ve cehennemden kovulup sıkışacağım arafı bile kabullenmiştim ama o, tüm o sadakat çabama rağmen tüm o fedakarlıklarımı yerle bir etmişti. Ona bundan büyük zararlarım olmuştu, ölümsüzlüğünü, kanatlarını almıştım ondan ama o benim ölüm olduğumu bile bile gelip girmişti kollarıma. İlk kez onun için soyunmuştum ben, bugüne kadar girmediğim tek günahı da o damgalamıştı en mahrem yerlerime bedenimin, ateşin üstüne suyla imzasını atmıştı ama bunun kıymetini bilememişti. Ben de onun artık yaşamasına değer vermeyecektim. Gözlerimi beyaz bir ışıkla boyamıştı belki ama şimdi de ben hayatına karanlığı getirmeye yeminliydim. Onu şu an yok etmek istesem de sadece sığınağımdan arda kalanlarla buluşmak üzere aşağı inmekle yetindim. Her avcı gibi yemimi, hırslarıma kurban etmemem gerektiğini çok iyi bilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şeytan'ın Gölgesi (Gölge 1)
FantasyCehennemin efendisi ya da cennetin masum ruhlarından biri olabilirdi. Basit insan olmayı tercih edebilirdi. Çok can almış, çok günaha girmişti. Babası olan Şeytan'ın, bir insanın ve bir meleğin kanını taşırken, kendi kanının akacağını hiç hesaba kat...