Geç kalmış ve kısa bir bölüm olduğunun farkındayım ama dediğim gibi yorumlar için buradayım ve onlar olmayınca yazasım gelmiyor, üzgünüm. Belli bir süre yazmayı düşünemiyorum açıkçası. Yine de okuyan ve oylayan herkese teşekkürler. Umarım bir şeyler değişecektir.
İnsanlardan daha önce hiç bu kadar nefret etmemiştim.
Üzerlerinde İtalya yazan tişörtleri, olur olmadık yerlerde zınk diye durup fotoğraf çekmeleri, benim adım gibi bildiğim o çeşitli dinlerde bağıran rehberleri ve asla aralarından geçemeyeceğiniz kadar kenetlenmiş o lanet tur gruplarından yayılan ter kokuları yüzünden kendimi katletmek üzereydim. Sanki üzerlerinde "İTALYA" falan yazmasa tişörtlerin, nerede olduklarını dahi unutacak kadar aptaldılar. Hariel, sinirimi anlayarak avuçlarındaki elimi daha çok sıkınca "Ne?" diye bağırdım sesimi duyumak için "Oteli şu lanet Vatikan şehrine gelmek için mi terk ettik yani?"
Kısacası saatler süren bir yolculuk çekmiştik şu lanet trafik yüzünden ama Hariel, hala melek olmanın getirisi olan aşırı din sevgisi yüzünden burayı büyüleyici buluyor olacak ki küfür etmem sinirime dokunduğundan ağzımı toplamak zorunda kalıyordum. En sonunda "Papayı mı bulacağız, kimi bulacağız, melek heykellerinin orasına burasına kazınmış not mu arıyoruz, Tanrı aşkına vatikanda milyon tane arayacak yer var!" dediğimde "Ama melekleri bulabileceğimiz tek yer var" dedi. Güldüm "Ben barlarda falan eğlenirken siz hobi olarak kilisede kutsal su mu içiyordunuz?" dediğimde "Üzerimde hiç haç gördün mü?" dedi. Tam olarak hangi dini kabul etmemiz gerektiğine dair şüpheleriniz varsa söyleyeyim, Tanrı'nın varlığına inanmak en önemli nokta, diğer ibadet yöntemleri ise meleklerin ibadetleri insanlarınkine göre farklı olduğu için değişebiliyordu. Kısacası Hariel'e göre hangi ibadet doğruydu bilmiyorum ama üzerinde haç taşımıyor şu tuhaf dini hareketleri yapmıyordu. Gülümsemeyi sürdürdüm ve "Zemzem?" dediğimde bana o mükemmel kısık kahkahasıyla "Hadi kes sesini" diyerek eşlik etti. Ona iyice sokulup "Görünüşe göre hepsini deneyebileceğiz" dediğimde sıkıntıyla başımı öpmekle yetindim.
Hangi din doğru bilemesem de beni bu kadar değiştirebilecek bir Tanrı'yı inkar edebilenleri anlamıyordum.
En büyük kiliseye gidiyorduk ve ben, benim türümden başka var mı diye araştırdığımda da bu kiliselerin bir kısmı ayakta ve yeniydi. Sonuç olarak ben hala türümün tek örneğiydim ve kiliseler hala aynı sıkıcılıktaydı. Papa ise hala müslümanların sünnet için çocuklara giydirdiği kostümlerle geziniyordu.
Şansımızı ilk olarak bulunduğumuz noktaya yakın olan ve Hıristiyanlığın en büyük bazilikası olan Aziz Pietro Bazilikasından başlayacaktık. Altmış bin kişi kapasiteli devasa kilisede nasıl bir işaret aramamız gerektiğini bilmiyorduk. Meleklerden sakınmayın. Bunun en önemli nokta olduğunu biliyordum. Kiliselerde, camilerde her dini mekanda bazı melekler bulunurdu ama bu melekler her zaman benden kaçmışlardı. Ya korkaklardı, ya da emredilmişlerdi. Emin değildim ama sonuç olarak sanki benden zehir yayılıyormuş gibi davranıyorlardı. Hariel onlarla aramızda bir köprü oluşturacaktı belki de, yine de sanırım benim yüzümden o köprüleri yakmıştık.
Aziz Pietro Baziliksası geniş bir alan üzerine kurulmuş, kubbesiyle Roma'nın silüetine ciddi anlamda katkıda bulunan güzel bir binaydı. İçeriye girdiğinizde kubbenin kenarlarındaki küçük pencerelerden süzülen ışıklarla mistik bir yerdi. Ağır bir ter kokusu vardı. İnsanlar tuhaf bir karmaşa içinde ilerliyor, duvardaki ayrıntılı resimleri incelemek için yer yer birbirini eziyorlardu ama çok kalabalık değildi. Mekanın kutsal olması onları sessiz kılıyordu ki bu iyiydi.
Meleklerden sakınmayın. Bu asıl noktaydı ve duvarlar, her yer melek heykelleri, resimleriyle dolyuydu. İsa'nın tasvirlerinin yanıbaşında tonlarca melek vardı. Dikkatli bakacak olursam kesinlikle o resimlerde Hariel'i bulabilirdim. Ben yoktum ama o vardı. Bu lanet duvarlarda olmama gerek yoktu tabi ama gururdan oluşan biri olarak içime dokunmuştu tabi ama bozuntuya vermedim. "Şimdi" diyerek sadede geldim "Nereden başlamalıyız?" etrafıma tekrar göz attım. Sütunlar ve o renkli duvarları ile büyük bir yerdi ve ziyaretçilere kapalı olan tonlarca bölüm olduğuna emindim. Hariel son derece emin adımlarla elimi tutup beni sürüklemeye başladı. Duvarın önünde durdu. Küçük bir duaya benzeyen latince sözcükler söylerken biçimli dudaklarına bakıp aklımdan tuhaf gelecek hayalleri geçirmekten alamadım kendimi, aptal görevin olmadığı bir gelecek... Kilisede düşünülmesi uygun olmayan bir gelecek... Duvar hala katıydı ama birden içinden geçerek kayboldu Hariel. Beni sürüklese de ben duvara tosladım. Tamam o zaman, burada durup aptal gibi beni yine kabul etmeyen kutsal bir yere adım atmakla aptal gibi uğraşamazdım saatlerce. Oflayarak ayaklarımı yere vurup bana deliymişim gibi yapan yaşlı çifte dil çıkarıp duvardaki resimleri inceliyor gibi yaparken Hariel duvardan fırlayıp "Gelsene!" diye tısladı. "Yine her zamanki gibi haklı olduğum için sanırım ipucunu buldum." Ona boş boş bakıp "Melekler için yapılmış bir yer mi?" diye sorduğumda başını aşağı yukarı salladı. "Melekler tarafından yapılmış; ancak ben de ilk kez geliyorum." Sabırsızdı anlatırken. Yine de durup "Ben giremiyorum, bak" dedim ve elimi duvara uzattım. Katı duvardı işte, bildiğimiz duvar. "Dediklerimi tekrar et, belki olur" dedi ve aynı cümleleri bana da tekrarlatıı, hala giremiyordum. "Ben melek değilim Hariel" dedim acınası bir sesle. "Giremiyorum ve umurumda değil, seni oraya yalnız başına yollayamam, ne çıkacağını, tuzak olup olmadığını bilmeden yapamam anlıyor musun?" Omuz silkti "Kendimi koruyabilirim" Tişörtüne asılıp "Koruyamazsın aptal! Koruyamazsın. Ben de koruyamam ama yanında olursam elimden geleni yaptığıma inanarak ölürüm, tamam mı? Bu duvardan geçemediğim için her gün burada senin geri dönmeni bekleyerek yaşayamam." Bencilceydi ama böyle düşünüyordum, onun ölme düşüncesi ve ona ulaşamama ihtimalim öldürüyordu beni. "Nereye gideceğiz? Her yerdeler ve haklısın, koruyamayız kendimizi" derken başıyla bir yeri işaret etti.
Siyah tişörtlü bir adam, bizi izliyordu. Yanında aynı tişörtten giymiş başka bir kadın vardı.
Tişörtün üzerinde delta, yani üçgen sembolü vardı. Onlardı.
"Ama ben hiç melek olamdığım için giremiyorum. Ben hiç iyi olmadım sanırım bu yüzden. İçeri giremem, ben olmadan sen de giremezsin." Panik haline geçmiştim ki ben ömrümü soğukkanlı geçirmiştim, her zaman bir ... yılan gibiydim. Şimdi ise kafamı eziyorlardı ve ben can çekişirken zehrimi akıtıp ne kendimi ne de kendimden değerlileri kurtaracak hamleyi yapamayacak kadar acizdim. "Sen içeri gir. Hala biraz gücüm var, onları oyalayabilirim, ben iyi olacağım, sen de ol" dediğimde itiraz etse de bocalamasından istifade ederek onu duvara ittim ve "Hançeri bulursan hemen dışarı çık, düşmanla karşılaşırsan da. Bana haber vermenin yolunu bul, hançer ikinci önceliğin, yaşamaya bak ve sağ, yakışıklı olarak yanıma gel. Başka çaremiz olsa seni yollamazdım" dedim "Başka çarem olsa yanından tek saniye bile ayrılmazdım" diyip beni kısaca öptü ve ben duaya başladım. Kime olduğunu bilmeden, sadece onu tekrar sağ salim görebilmek ve Azraili, manevi abimi öldürmeden şu bok çukurundan kurtulabilmek...
Sonra elimde hiçbir şey yokken o iki kişiye yürümeye başladım hışımla. Hançer, büyü hiçbir şey yoktu. Yapayalnızdım ama ilerledim. Korkum yoktu, Hariel güvendeydi ve eminim onun işin dışında olduğunun farkındalardı. Hamlemden haberi olmadığını kesin biliyorlardı. Çünkü "Lanet olsun, yine mi bu bela!" bakışı atmışlardı. Herkes bana böyle bakardı. Yanlarına gidip normal bir günde, piknikte karşılaşan üç dingil gibi selam verdim: "Naber?" yüzümde aptal ve yapmacık o gülücüğü, aynaya baksam bulabileceğimi biliyordum. Kadın ağırlığını diğer ayağına verdi. Yakından bakınca yaşına göre biraz uzun olan genç bir kızdan farklı değildi. "Ne var ucube" dedi büyük bir cesaretle ve ben "Cidden mi?" der gibi baktım. "Hala senden güçlüyüm." diye tıslayarak biraz gerilemesini sağlasam da erkek olan "Komik değilsin. Ayrıca sanki elinde blöf yapıyorum yazan bir kart tutar gibi acınası bir halin var. İçeridekini seviyorsun ve onu korumak için yanımıza gelip niyetimizi öğrenmeye çalışıyorsun. Ne yaptığınızı gözlemliyoruz, bize oyun oynayıp oynamadığınızı. Neden buradasınız?" dedi. Sonra ömründeki en uzun cümleyi kurmuş gibi derin bir nefes aldı.
"Lanet hançeri arıyorum izninizle majesteleri ve şu lanet işten sıyrılma yolum olmadığını biliyorsunuz" dedim ve geri dönüp Hariel'in çıkmaya çalıştığı yere koştum. Arkamı döndüğümde yok olmuşlardı.
Oraya gider gitmez anlamıştım, birini öldürsem öteki beni öldürür, örgütün geri kalanı da Hariel'in peşine takılırdı. Hariel'in döneceği arkadaşları, evi, cenneti vardı.
Beni ise sadece Araf bekliyordu. Cidden sorun değildi ama cehenneme gidersem orada işkence bekliyordu beni, araf ise çok daha korkunçtu. Gidecek bir cennetim bile yoktu ve ben Hariel'i daha fazla incitmek istemiyordum. Onsuz olmak, sonsuza kadar ondan ayrı kalmak da istemiyordum.
Ve ben bu savaşı kazanamazdım. Galibi çoktan belliydi bu kavganın. Ve ben her şekilde ölecektim, Azraili öldürücektim.
Hariel'in elini kana bulamadan, onu cennetten tamamen kovdurmadan sessizce görevi bitirip ölecektim. Başka yolu yoktu. Sonsuzlukta onsuz kalabilirdim ama ondan en güzel şeylerini alamazdım. Tekrar olmazdı.
Onu da peşinde sürükleyen belası, yani ben yok olacaktım. Onu ancak böyle kurtarabilirdim. Ben milletin maşasıydım ve o da istemeden benim maşam olma durumuna düşünüyordu. Ona bunu yapamazdım, bir daha olmazdı bu.
Elinde sevinçle tuttuğu o hançer en son benim etimi kesecekti ve ona cenneti armağan edip gidecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şeytan'ın Gölgesi (Gölge 1)
FantasíaCehennemin efendisi ya da cennetin masum ruhlarından biri olabilirdi. Basit insan olmayı tercih edebilirdi. Çok can almış, çok günaha girmişti. Babası olan Şeytan'ın, bir insanın ve bir meleğin kanını taşırken, kendi kanının akacağını hiç hesaba kat...