Ölümsüz biri için doğal afet yoktur, yıkım, kayıp yoktur. Ama eğer lanetlendiyseniz tam küfretmeniz gereken noktadasınız demektir. Eğer ki lanetiniz her şeyinizin elinden alınması ve bir insan olmanız demekse o zaman tüm dünyayı yakmakta serbestsiniz. Düşmanlarınız meleklerin inlerinden başlayarak mesela.
Adım Alexandre. On sekiz yaşındayım. Hem de asırlardır. Kovulmuş ilk meleğin kızı, kötülüğün cisim bulmuş haliyim. Gün geçtikçe dökülen kanatlarım, akıl almaz, kendimin bile keşfedemediği güçlere sahip iyilik-kötülük dengesini kurmaya çalışan, Şeytan'ın Gölgesi ama adının anlamı insanlığın koruyucusu ve savaşçı olan Alexandre. Lanetlenip bir insan olmaya mahkûm bırakılmış, sırtından vurulmuş, ölmesine ramak kalan ama ölümsüz Alexandre. Yakması gereken düşmanının evinde yarı çıplak halde yerde oturan güzel ama çirkin Alexandre.
Gözümden düşen yaşı sildim. Bu kadar zayıf olmamalıydım. Benim damarlarımda saf cehennem ateşi dolanıyordu ama yine de güçlü olacak halim yoktu. İnsana dönüşmeyi mi engellemeliydim, babama mı yaranmalıydım yoksa meleklerin tarafına geçip babam da dahil olmak üzere günahkarları mı avlamalıydım? Bunun yerine basitten alıp tişörtümü giydim, derin bir nefes aldım ve camı açtım. Üçüncü kattaydık. Güldüm. Kanatlarım sağlam olmasa da buradan ellerimin üzerine inebilir, havada da iki kez takla atabilirdim. Tam cama adımımı atmıştım ki güçlü bir kol beni geri çekti ve diğer koluyla camı kapattı. Dişlerimi gıcırdatarak ona baktım ve "Beni esir mi alıyorsun Hariel, ne kadar da ayıp" dedim. Kollarımı göğsümde bağlamıştım. Kibirle ona bakıyordum. Her zamanki gibi rahat bir ifadeyle omuz silkti ve "Lütfen niyetini bu kadar belli etme Alexandre. Senin aşkına karşılık veremeyeceğim" Histerik bir biçimde güldüm "Karşılık veremeyecek misin? Hayatım bitti. Bu acıyla yaşayabileceğimi sanmıyorum." Dramatik bir biçimde kaldırdığım elimi indirirken gülümsemeye devam ettim "Biliyorum" dedi. "Saçmalama, ben senden tiksiniyorum be. Yanmış at kılı gibi kokuyorsun." diye yalan söyledim "Sanırım yanmış at kokusunu seviyor olmalısın yoksa neden maymun gibi çarşafıma yapışıp kokumu içine çekiyorsun ki? Ama üzgünüm, kızıllar pek tipim değil" Bir sıfır öne geçmişti, konuyu değiştirmem gerekiyordu "Neyse ne, sen hayal dünyanda yaşamaya devam et. Neden gitmeme izin vermiyorsun. Kanatlarım göründüğünden kuvvetli" dedim.
"Seni iyileştirebilirim" dedi
"Nasıl?"
"Meleklerin de sırları vardır. Bütün günü insanların ruhunu emerek geçirmiyoruz"
"Evet, sanırım nakış işine de merak sarmışsın. O koltuktaki kazağı sen mi ördün. Pek de tatlıymış"
"Konu kazak değil!" dese de kazağı koltuktan alıp yatağın altına itti. Sonra küçük dairesinin salonuna doğru sürükledi beni. Karşılık vermedim zira bazı cevaplar almam gerekiyordu. Simsiyah koltuğa çöktüm ve ondan olabildiğince uzaklaştım. "Öncelikle nakış işine falan merak sarmadım ama bu üçgenin anlamını biliyorum. Direkt olarak sana karşı kurulmuş bir örgüt değil. Bunları bir grup rahip olarak düşün. Yanlış olanı tespit ettiklerinde, güçlü olanı ya da yok etmeyi görev edinmişler. Onları insana çevirerek sorunu ortadan kaldıracaklarına inanıyorlar. Aslında başarıyorlar da. Seni ortadan kaldırsalar işimize gelir mi? Eh evet ama bunu istemiyoruz. Güçlüsün ve yarı melek sayılırsın. Kurtarılmaya değer. Her neyse asırlardır varlar ve biz buna bir ilaç ürettik. Babana kendini kanıtlarsan eğer onun tarafına geçeceksin ve o sana ölümsüzlüğünü geri veremez ama biz verebiliriz" dedi "Ne bu çete savaşı mı? Alex kapanın elinde kalır oyunu mu? Hem neden sana güveneyim sanki beni ölmeye terk eden sen değildin! Ya bu daha büyük bir oyunsa? Rahat bırakamaz mıydınız beni? Nasıl babama ihanet etmemi beklersin benden?" dedim. Ayaklandım. "Benimle ilgilenmek zorunda değilsin. Umurundaymışım gibi davranma. Adiliğin de bir sınırı var"
"Haklısın. Eğer ki numara yapsaydım bu adilik olabilirdi ama numara yapmıyorum. Senin düzelmeni istiyorum tamam mı? Seninle bir şekilde kaderimiz birleşik. İyi ya da kötü, sonumuzu kendimiz yazacağız ve senin beni diplere çekmeni istemiyorum" dedi. İğrendim. Ben bile bencilliğinden iğrendim ki ben bencillik kelimesinin türediği kaynağın ta kendisiydim. Hızla çıkışa yöneldim, bu defa beni tutmadı. Geri geleceğimi tahmin ettiği için olsa gerek. Tam elim kapı kolundayken "Son bir şey daha söylemeliyim" dedi. Yüzüme bakmıyordu. Şık salonundaki geniş camdan dışarı bakıyordu. "Sen diplere ya da cehenneme düşemeyecek kadar güzelsin"
Kapıyı ardımdan kapayarak çıktım. Dışarıda yağmur başlamıştı. Kanatlarımı açmadım. Belimdeki insanlaşan nokta soğuktan yakınıyordu. Hissediyordu ama onu koruyamıyordum. Yine de soğuk havaya rağmen yürümeye devam ettim. Hava kararıyordu. Ceketlerine sımsıkı sarılmış insanlar bana tuhaf tuhaf bakıyorlardı. Umursamadım. Kuytu bir köşe bulup gözlerimi kapadım ve radarlarımı sonuna kadar açtım. Nerede beslenebileceğimi taradım. Anlaşılan insanlaşmak beni insan yiyeceklerine de muhtaç edecekti yakında ama fazla fazla ruhlarla beslenmek de kısa vadede yeterince tatmin olacaktı, emindim. O gün beslendiğim yere geri döndüm ve duvar dibine oturdum. Beslenirken çaresizlikle yağmurun damlalarını gizlemesini umduğum gözyaşlarımı akıtmaya başladım. Ben ne zaman ağlamayı öğrenmiştim ki? Sanırım bugün ilk kez ağlıyordum ömrümde. Sonra karşımda ışık büküldü, babamın silueti belirdi orada. Hemen kalkıp önünde eğildim. Etrafında yağmur damlaları buharlaşıyordu .Beni çenemden tutup kaldırdı ve yüzüme bir tokat attı "Ben böyle zayıf bir yaratığın babası olamam. Sana iki ay süre vermiştim, istediğin şekilde kanıtla bana kendini diye. Ama aklından geçen korkuyu biliyorum ve onu istiyorum. O meleğin kanatlarını ve kalbini istiyorum senden. Mahvet onu düşmesini sağla. Sana sırılsıklam aşık olduğu belli. Bunu kullan. Yoksa seni paramparça edecek gücüm var benim" dedi. Yok olmadan önce doğrulup yemyeşil gözlerimi ona diktim. Yanağım acımamıştı ama içinde bir şeylerin kırıldığını hissetmiştim. Gözlerim dolmamıştı. Kimse benden güçlü olduğunu bu kadar hissetmemiştim. Elbette biliyordum benden güçlüleri olduğunu ama babamdan bu kadar korktuğumu hissetmek beni sindirmek yerine dik durmamı sağlamıştı. Dimdik durdum, hafifçe başımı eğerek selam verip tekrar gözlerine odaklandım. Hayır demem gerekirdi. Olmaz, bu kadar büyük bir adiliği yapamam. Ya da sadece gitmeliydim ama dudaklarımdan istemsizce bir sözcük döküldü ve bu sözcük değişik bir tat bıraktı ağzımda. Dudaklarım hoşlanma hissiyle yukarı kıvrıldı. Babamı gülümseten sözcüğü hoşuma gittiği için iki kez söyledim
"Elbette"
Sonra ekledim
"Seni hayal kırıklığına uğratmayacağım"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şeytan'ın Gölgesi (Gölge 1)
FantasíaCehennemin efendisi ya da cennetin masum ruhlarından biri olabilirdi. Basit insan olmayı tercih edebilirdi. Çok can almış, çok günaha girmişti. Babası olan Şeytan'ın, bir insanın ve bir meleğin kanını taşırken, kendi kanının akacağını hiç hesaba kat...