Şuraya biraz Wonhui serpiştireyim de belki yazmak istersiniz
Jihoon'un babası ölünce bütün mal varlığı üvey annesinin olmuştu. Leydi Hei, ölmüş kocasının güzel oğlundan ölesiye nefret ediyordu ve tıpatıp annesine benzeyen bu çocuğu her konuda azarlamaya başlamıştı.
Parlak bakışlı Jihoon sesini çıkarmadan sabrediyordu. Evdeki hizmetçilerden bile daha fazla çalışıyordu. Çünkü üvey annesinin onu evden atmamasının tek yolu buydu.
Bir gün masayı diğerleriyle beraber kurarken, hizmetçilerden biri, ''Küçük bey bunu yapmanıza gerek yok.'' demişti.
Diğerinden daha genç olan çalışanda katılmıştı. ''Evet küçük bey. Bu bizim görevimiz.''
Jihoon parlak bir şekilde gülümsedi. Çorba kasesini masaya yerleştirirken, ''Sorun değil. Ben yaparım.'' demişti. Parlak bakışlarıyla bunu sorun etmiyordu ama sönük bakışları hep içeride onu azarlıyordu.
Leydi Hei'in yeğeni ziyarete geldiğinde de durum değişmemişti. ''Jihoon, yeğenim Nina beni ziyarete geldi. Odanı ödünç verebilir misin?'' Üvey annesi müthiş bir kibarlıkla sorduğunda Jihoon'un kaşları düşmüştü ama tebessüm etti.
''Tabii ki,'' diye fısıldadı. ''Elbette Leydi Hei!'' Ve yıllar bu şekilde geçti.
Bir sabah bahçede yürürken artık Jihoon çok büyümüştü. Parlak saçları iyicene belirginleşmişti ve gözleri artık daha fazla parlıyordu. Çay için topladığı çiçekleri sepetin içine dizerken, Seungcheol duvara yaslanmış ve onu seyredalmıştı.
Seungcheol sonunda dayanamayıp gülümsedi ve bir ıslık çaldı. Onun yanına doğru adımladı.
Evdeki camlardan birinden içeriye ilkbahar rüzgarı girip duruyordu. Joshua, odasındaydı ve önündeki tuvale Jihoon'u çiziyordu. Göz kapakları, Seungcheol ve Jihoon'a bakarken hüzünle eğilmişti.
İçeriye girdiklerinde, Soonyoung piyanosunun üzerine doğru eğilerek dikkat kesilmişti. Onu izleyen Jihoon'dan oldukça habersiz bir izlenim veriyordu.
Soonyoung sonunda kapıya doğru kafasını çevirdiğinde, parlak bakışlarıyla onu izleyen Jihoon ile karşılaştı. Biraz ayırt edilmesi zor gibi göründüğünde yüzüne gülümsedi. Jihoon'un bayağı mutlulukla parlayan yüzünü görebiliyordu.
''Niye beni izliyorsun? Sende mi piyano çalmak istiyorsun?'' Diye sordu tebessüm ederek.
Jihoon, ''Evet.'' diye şakıdı.
''Güzel. Belki sana öğretebilirim.'' Soonyoung piyanonun başından kalktı ve Jihoon'un saçlarını geriye doğru taradı. ''Ama önce ellerinin uygun olup olmadığına bakmam lazım.''
Jihoon bir kaç adım geriye gidip ellerini öne uzattı.
Soonyoung gülümsedi. ''Avuç içine bakmam lazım.''
''Ah,'' Dedi Jihoon ve avcunu göstermek için elini çevirdi. Soonyoung onun elini kavradığında, istediğini bulamadığından dolayı ellerini ittirdi.
Soonyoung'un düşen yüzünü gördüğünde bir sorun olup olmadığını soracaktı ama Soonyoung, ''Çok yazık.'' diyiverdi. Arkası Jihoon'a dönükken piyanosunun başına oturdu. ''Ellerin fazla küçük. Piyano gibi zarif bir enstrümanı çalmaya uygun değiller.''
Jihoon avuç içlerine bakıp iç çekerken, ''Öyle mi?'' diye fısıldamıştı.
Ancak Soonyoung'tan bir cevap alamadı.
Öğle yemeği sırasında, Jihoon masayı diziyordu.
Joshua sol elini utangaç şekilde sağ koluna sardı ve, ''Tüm tabaklar geldi mi? Otur sende bizimle ye Jihoon.'' dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jihoon's secret | soonhoon
FanfictionJihoon'un karanlık ormanının derinliklerine gömülüdür. uyarlama!