Memleketime vardığımda bıraktığım günlük güneşliğin aksine acelesiz, ince ince yağan bir yaz yağmuru karşılamıştı beni. Vakit ikindi vaktiydi. İnceden yağan yağmur yazın sıcağına az da olsa bir serinlik serpmişti. Ortalığın harareti yağmurla birlikte kendini rahatsız etmeyen bir serinliğe bırakmıştı.
Hamza ve Zeynep daha önce defalarca geldikleri memleketime her gelmelerinde sanki ilk geliyormuşçasına heyecan duyuyorlardı. Artık Hamza delikanlılığın verdiği ağırlıkla bu heyecanını pek göstermese de Zeynep aceleci adımlarıyla bunu ziyadesiyle belli ediyordu. Hamza ile ben ağır adımlarla etrafı süzerek ve sohbet ederek yürürken Zeynep en az on adım önümüzde, hemen arkasından valizini sürüyerek ve arada bize dönüp hızlı olmamız konusunda kaşları çatık söylenerek yürüyordu.
Sonunda baba evinin kapısının önüne geldiğimizde Zeynep çoktan zile basmış, geleceğimizden haberi olan babam ve Cemile annemi kapının önüne dökmüştü. Babam beni torunlarını karşısında görünce gözleri parlamıştı adeta. Hemen yanında duran Cemile anamın da babamdan aşağı kalır yanı yoktu. İkisi de yüzünde güller açarak karşıladı bizleri. Eve girdiğimizde beni yıllar evveline götüren, tanıdık bir koku duydum genzimde. Gözlerim özlemle etrafta gezinirken hiçbir şeyin değişmediğini her şeyin yerli yerinde durduğunu gördüm. Onca yaşananlar silindi birden, yıllar evveline dönüverdi belleğim. Bu evde yaşadıklarım sanki dün gibiymiş gibi geldi. Oysa köprünün altından ne çok sular akmıştı. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi.
Çocuklar ve ben babam ve Cemile annemin ellerini öptükten sonra birlikte oturma odasına geçtik. Evin balkonu olmadığından pencereler daha büyük ve yere yakın yapılmıştı. Kışın bu pencerelerin önüne soğuk gelmesi önlenmesi için sedirler koyulurken yazın aksine önü açılır ve genelde yer sofrası bu pencerelerin önünde kurularak yenilirdi. Şimdi yine o pencereler sonuna kadar açık ve önünde önünde yer minderleri dizilmişti. Babam her zamanki gibi yine pencerenin önündeki minderlerden birine kurulurken hemen yanı başına eliyle vurarak gelip oturmamızı istedi. Önce Zeynep koştu önden, ardından Hamza ile ben gidip kurulduk minderlere. Sonrası hal hatır sorma faslı oldu uzun uzun. Zeynep dedesini çok özlemiş olacak ki dizinden ayrılmıyordu. Babam da bizimle konuşurken kırışmış yaşlı elleriyle mütemadiyen torununun saçlarını okşuyordu.
Babamla konuşurken şunu fark ettim. Evet eşyalar yerli yerindeydi. Ne eksilme ne değişme yoktu evin hiçbir yerinde. Ancak sahipleri ne çok değişmişti. Yıllar ne çok yıpratmıştı. Artık babamın dizlerinde yürüyecek dermanı yoktu. Yürüyemediği gibi uzun süre oturduğunda da sızılarından şikâyet eder olmuştu. Gözleri yakını göremez, uzağı seçemez olmuştu. Elleri titrer, öksürüğü gitmez olmuştu. Unutkanlığı çoğalmış, yardım almadan yaşayamaz hale gelmişti. Cemile annem de yaşlanmıştı lakin babama nazaran daha iyi durumdaydı. En azından onun şikâyeti şimdilik sadece sızlayan dizleri, ağrıyan beli ve iğneye geçiremediği ipliğiydi.
Akşam vakti birlikte yemek yedikten sonra sıra çay faslına geçtiğinde Zeynep yolun yorgunluğuyla çoktan uykuya dalmış, Hamza okuduğu kitabı alıp rahat okuyabilmek için başka bir odaya geçmişti. Sonunda pencerenin önünde, çay tepsisinin başında babam, Cemile annem ve ben kalmıştık. Bir yandan çayımızı yudumlayarak sohbet ededururken babam:
"Çocukları büyütmüşsün kızım" dedi.
Anlamlı bir ses tonuyla "Evet büyüdüler baba" dedim.
Babam sesimdeki burukluğu sezmiş olacak ki:
"Yetim büyütmek kolay değil yavrum. Senin diğer annelerden iki kat fazla yükün. Nasıl zorlanıyor musun?" diye sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Görücü Usulü Aşk 3
SpiritualSahi aşk neydi? Bir tarifi var mıydı? Tarif edilebilir miydi? Ya da bir kalıba sokulabilir miydi? Amacı neydi? Sebebi neydi? Dünyadaki her şeyin bir varoluş sebebi varken aşk duygusu sebepsiz değildi ya! Yeryüzündeki tüm canlılar neslinin devamı içi...