İçimde hissettiğim endişe ve telaş hareketlerime de yansıyordu. Bir saattir odadan odaya geçiyor, oyalanmak için meşgaleler arayarak içimdeki endişeyi bir nebze olsun susturmaya çalışıyordum. Ancak ne yaparsam yapayım içimdeki avaz avaz bağıran ikinci sesi susturmaya muvaffak olamıyordum.
Yaklaşık bir saat kadar önce Asude annem ile Halit babam çocukları gezmeye diye çıkarmışlardı evden. Asıl niyet ise bugün onları babalarının vasiyetinden haberdar etmekti. Asude anneme ısrarla 'bu evliliğe çocuklarımdan önce ben karşıyım. Ne olur söylemeyin onlara, bilmesinler. Hem babalarından yana kabuk tutan yaralarını yeniden kanatacaksınız' diye diretsem de Asude annem 'Bu tek başına verebileceğin bir karar değil yavrum. Bırak onlar da fikirlerini belirtsinler" deyince kabullenmek zorunda kalmıştım.
Hamza ve Zeynep...
İkisi de benim evladımdı. Canımdan can verdiğim, pamuklara sarıp her anlarına en yakın şahit olarak büyüttüğüm iki kınalı kuzum. Zor günlerimin en büyük destekçileri, Rabbimin armağanı, şükür sebeplerim.
Ancak gel gelelim bu kadar yakın olduğum iki değerli varlığımın bu konuda nasıl bir tepki vereceklerini bir türlü kestiremiyordum. Konu açıldığında verecekleri ilk tepki şüphesiz çokça şaşkınlık, aynı oranda hüzün olurdu da ya sonrası...
Sonrasıydı asıl beni korkutan. Mektubu okuduklarında ne düşünecekleri hakkımda... Daha toy hallerinde babaları gibi ince düşünebilecekler miydi? Anlayabilecekler miydi babalarını ve hak verip kabullenebilecekler miydi bu durumu?
Zaman ilmek ilmek ruhuma işliyordu. Her geçen dakika huzursuzluğum biraz daha artıyordu. Verecekleri tepkiden ziyade beni endişelendiren asıl durum incinmeleriydi. Zira her ikisi de ne babalarını anlayacak ne de ona hak verebilecek olgunlukta değildi.
Vakit ikindiye yaklaşınca endişelerim had safhaya yükseldi. Bu kadar uzun süren konuşmayı aklım hayra yormuyordu ve dolayısıyla yüreğim acıyla kıvranıyordu. Oyalanmak adına mutfağa geçip akşam yemeğine koyulduğum sırada kapının anahtarla açılma sesi kulaklarıma erişince kalbim yerinden fırlayacakmışçasına hızlı atmaya başlamıştı. Kulağım kapıdan gelen seslerde iken ilgilenmiyormuş gibi elimdeki patatesi soymaya devam ediyordum. Lakin titremesine mani olamadığım ellerim heyecanımı ele veriyordu.
Birazdan hepsi mutfak ile iç içe olan salona girdiklerinde ilk Asude annem ile göz göze geldim. Ya da ben göz göze gelmek istedim. Zira çocukların gözlerine bakmaya ve orada görmeyi asla istemeyeceğim duyguları görmekten korkuyordum. Asude annemin yüzünde anlam veremediğim buruk bir tebessüm bekleşiyordu ve benimle göz göze gelince daha da derinleşmişti bu tebessüm.
"Nazlı" dedi ılık bir ses tonuyla.
"Gel otur şöyle, çocukların sana söyleyecekleri var."
Olumlu bir baş sallayışla sese itaat ederek elimdeki yarım soyulmuş patatesi tekrar kabın içine bırakırken ellerimin titremesi daha da çoğalmıştı. Ellerimi yıkama ve kurulama bahanesiyle bir süre daha mutfakta oyalandıktan sonra sonunda çıkıp yanlarına geldim ve koltuklardan birine oturdum. Ve işte ilk o anda fark ettim Hamza'nın ağlamaktan kızaran gözlerini...
O anda içime bir şey oturdu sanki. Nefes aldırmayan, can yakan, acı acı yutkunduran bir şey. Burnumun direği sızlamıştı. Öyle bir sızı ki gözlerimin yaşarmasına sebep...
Sonra Zeynep'e kaydı gözlerim. Sessizce başı önünde oturuyordu ama çehresindeki hüzün kendini saklayamıyordu.
Bir süre kimse konuşmadı. Aramızda asılı duran sessizlik her geçen dakika daha da uzuyordu. Benim gözlerim yerde bekleşirken sonunda Hamza'nın sesi duyuldu:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Görücü Usulü Aşk 3
EspiritualSahi aşk neydi? Bir tarifi var mıydı? Tarif edilebilir miydi? Ya da bir kalıba sokulabilir miydi? Amacı neydi? Sebebi neydi? Dünyadaki her şeyin bir varoluş sebebi varken aşk duygusu sebepsiz değildi ya! Yeryüzündeki tüm canlılar neslinin devamı içi...