1.2

332 45 52
                                    


"Departmanımız için en uygun kişiyi seçtiklerinden eminim."

Kahkahayı basıyor.

"Ah, Melis Hanım! Daha çok gençsiniz. Çok saf..."

Kaşlarım refleks hızıyla çatılınca açıklamaya başlıyor.

"Terfi demek torpil demektir, Melis Hanım."

Repliğimi geciktirmiyorum.

"Bu şirket, buna izin vermeyecek bir şirket..."

En azından ben buna inanmak istiyorum.

Yanıtını kelimelerle vermiyor Burak Toksoy, biraz önceki kahkahasını mumla aratacak şekilde gülmeye başlıyor. Sesi, şeffaf dalgalar hâlinde dudaklarından çıkıyor, toplantı odasının duvarlarından sekip zavallı kulaklarıma değiyor. Sizin de içinizi tırmaladı mı benimki gibi?

Eminim ki, abartılı kahkahasını duyan herkes, bu komik şakanın ne olduğunu anlamak için bizim bulunduğumuz toplantı odasına doğru kulaklarını kabartmıştır. Bu şamataya daha fazla tahammül edemiyorum:

"Peki siz," Kahkahasını bastırabilmek için vurgulayarak konuştuğumu görüyorsunuz. "Kimin seçileceğini düşünüyorsunuz? Bir tahmininiz var mı?"

"Torpili en kuvvetli olan kişinin..." diyor. "Bu siz de olabilirsiniz."

Dudaklarımı kıpırdatmama fırsat bulamadan devam ediyor.

"Lütfen, Melis Hanım, bir düşünün..." Sol işaret parmağını şakaklarına doğru götürürken beni kendince düşünmeye sevk ediyor. Aklımı yalnızca talebi üzerine çalıştırıyormuşum gibi...

Kaba adam...

"Torpilin illaki milletvekili bir tanıdık veya yüksek mevkilerdeki bir akraba olması gerekmez. Bazen sizinki kadar güzel bir yüz de," Ellerini vücudumun kıvrımlarında gezdirirmiş gibi dans ettiriyor. "Gayet ikna edici olabilir."

Beni zihninde nasıl etiketlediğini, utanmadan neye indirgediğini görüyor musunuz?

Yine de sakin kalmaya çalışın, ben pek başaramasam da... Tiz bir sinir çığlığı atmamak için bedenimi kasıyorum, masanın altında halihazırda yumruk şeklini almış avuçlarımı bembeyaz kalana dek sıkıyorum. Zorlu bir dirence karşı nefes alıyorum sanki... Kaşlarım, mümkünmüş gibi, daha da birbirine yaklaşıyor. Bakışlarım taze bilenmiş bir bıçak kadar keskin.

"İnsanları acımasızca yargılamak ve kategorilere ayırmak her zaman var olan bir huyunuz mu, Burak Bey?"

Sarf ettiğim kelimeler, o kurşun geçirmez tutumunu paramparça edemese de dudağındaki yarım gülümsemeyi söndürmeyi başarıyor.

Bana cevap vermeden önce atağına hazırlanan bir avcı gibi sandalyesinde doğruluyor, dirseğini masaya koyup işaret parmağını bana doğrultuyor. Kollarımı bağlıyor, çenemi kaldırıyorum.

Buyursun bakalım...

Ancak toplantı salonunun kapısı ansızın açılınca ikimizin de dikkati oraya yöneliyor. Buna gizlice seviniyorum; çünkü içeri doluşan kalabalık Burak Toksoy'la birbirimizi görmezden gelmemize yardımcı oluyor. Departmanımızda görevli çalışanların hepsi birer birer toplantı masasındaki yerlerini alıyor, patron gelene dek hava ve ülke gündemi konulu küçük muhabbetlerle bekleme süresini değerlendiriyorlar.

Aylardır beklenilen günün nihayet gelmiş olması, mantıken bir rahatlamaya sebep olması gerekirken benim açımdan tam aksi gerçekleşiyor. Bedenimde hüküm süren stresin haşin semptomlarına bakalım beraber: Ayaklarımı nasıl huzursuzca sallıyorum, dudaklarımın içini sürekli kemiriyorum, farkında olmadan tırnaklarımın kenarındaki etleri kavlatmaya uğraşıyorum.

OPIAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin