Dört yıl boyunca günde on beş saat çalıştıktan sonra istifa edip bilinmez bir boşluğa düşmek, başta kulağa bir lütuf gibi gelebilir. Ancak anlıyorum ki bu ne bir lütuf ne de bir çeşit şans, aksine bu durum cehennem azaplarının en insafsız olanı...
Neden mi?
İstifamdan sonraki ilk boş günümden örnekleri de ele alarak bu sendromu ve safhalarını hep beraber irdeleyelim:
Faz 1: Biyolojik saatiniz artık fikstir. İsteseniz bile öğle saatlerine dek uyuyamazsınız. Normalde işe gitmek için kalktığınız saatte, daha alarm çalmadan gözlerinizi şak diye açarsınız. İşe gitmeniz gerektiği günlerde bile hiç bu kadar dinlenmiş, bu kadar dinç uyanmamışsınızdır. Uykuya devam edebileceğiniz aklınıza gelir, sevinirsiniz. Bu sevinç, uykunuzu daha da kaçırır. Çok geçmeden kedinizin de uyandığını fark edersiniz, yüzünüzü yalayarak mama istediğini türüne has diliyle belirttiğinde artık kurtuluşunuz yoktur. Diğer sabahlar öğlene kadar uyuyacağınızın sahte inancıyla durumu kabullenir ve kalkarsınız.
Faz 2: Gecenin gündüze döndüğü tenha saatlerde evden ilk çıkan sizken şimdi ev halkını birer birer işe ve okula uğurlayan kişi olmuşsunuzdur. Bu, herkese kahvaltı hazırlamak durumunda kalmakla eş anlamlıdır. Sofrayı toplarsınız, bulaşıkları halledersiniz, saate bakarsınız. Eğer istifa etmemiş ve çalışıyor olsaydınız mesainizin başlayacağını görüp tekrar bir sevinç duyarsınız. Önünüzde istediğiniz şekilde geçirebileceğiniz koca bir gün vardır. Özgürlüğün şekerimsi tadını almışsınızdır ilk defa ve çok beğenmişsinizdir.
Faz 3: İş yüzünden ertelediğiniz her şey bir anda aklınıza hücum eder, hangisini yapacağınızı şaşırırsınız. En sonunda kanepeye uzanmış televizyonda zap yaparken ya da sosyal medya hesaplarında çok eski arkadaşlarınızı gizlice takip ederken bulursunuz kendinizi. Evlendiklerini görürsünüz, bazılarının çocukları bile olmuştur, bazısı yurt dışında geziyordur. Kendinizi onlarla kıyaslama hatasına düşer ve kötü hissedersiniz. Çok sürmez, bugüne dek zamanı hep verimli kullandığınız için vicdan azabı duyar ve bir şeyler üretmek için kendinizi motive edersiniz. Saate bakarsınız, işte olsaydınız öğle arasında olacaktınız... İlk kez pür sevinç kaynağı olmaz bu düşünce, buruk bir mutlulukla geçiştirirsiniz ve akşam yemeği için mutfağa girersiniz.
Faz 4: Akşam yemeği için özenir, herkesin en sevdiklerini yaparsınız. Sağlıklı ve değişik bir salata tarifi bulursunuz, ki mutlaka içindekiler listesinde evde halihazırda olmayan birkaç malzeme vardır. Heveslenmişsinizdir, markete gidip alışveriş yaparsınız, salatayı tamamlarsınız. Bir şeyler üretmiş, kendinizi daha verimli hissediyorsunuzdur. Saate bakarsınız sonra. Mutfağa girdiğinizden beri iki saat ancak geçmiştir. Diğerleri gelene kadar en az üç boş saatiniz daha vardır. Derin bir soluk verirsiniz.
Faz 4'ün özelliği, yeni meşguliyetinizin türünün günden güne değişmesidir: Yani bir gün kendinizi yemeğe kaptırmışken ertesi günü evi temizlik ürünlerinin reklamlardan fırlamış gibi parlatır, mobilya kataloglarından çıkmış gibi dizayn edersiniz.
Faz 5: Kendinizi iyice yorduktan sonra ucunda kedinizin şekerleme yaptığı kanepeye oturur, boş boş halının kenarına bakmak suretiyle düşüncelere dalarsınız. Diz yapmış eşofmanlarınızda çamaşır suyu lekeleri ve elinizde alışık olmadığınız bir soğan kokusu ile hayatı sorgularsınız. Durumunuzdan şikayetçi değilsinizdir, ama memnuniyetsiz olduğunuzu kabul etmeye de korkuyorsunuzdur. Kafanızdaki soru işaretleri, birbirlerine kanca ile tutturulmuş gibi bir diğerini sürükleyerek gelir. Son çare, zihinsel kaosu yatıştırmak için aptal kutusunu açarsınız ve işten/okuldan dönen ilk kişiyi beklersiniz.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
OPIA
FantasyHer özel hikâyenin bir serimi, düğümü ve çözümü vardır. Bazılarında bu sıra yer değiştirmiş olabilir. Hatta bu sırayı değiştirme çabası, hikâyenin ana fikri olabilir. Benimkisi biraz öyle. O yüzden biraz tuhaf, biraz olağan dışı ama kesinlikle çok ç...