Bölüm 1

24 0 0
                                    

Saçma sapan düşüncelerin aklımı istila ettiği yerdeyim. Kendimi tanımaya çalışıyorum. Kendimle savaş veriyorum. Yoruluyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse Uzun zamandır saçma sapan düşüncelerim ile öylesine iç içeyim ki, onlarla dost olduğumu bile söyleyebilirim. Mayın tarlasında yürüyorum. Fakat mayının patlaması, uzuvlarımdan birini kaybetmem umurumda değil gibi. Yalın ayak ateşin içinde yürüyormuş gibi hissediyorum. Garip olan artık canımın yanmıyor oluşu.

Siz hiç ölmüş bir insan cesedi gördünüz mü? İnsanın, ömrü boyunca bedenin içinde bir yerlerde var olan ruhunun onu terk etmiş oluşunu? Garip hissediyor insan. Garipsiyorum.

İnsan neden ölür? Yada neden yaşar? Ne için yaşar? Yaşam mı ölümün iz düşümü, ölüm mü yaşamın? Yaşayacağımızın bir garantisi yok fakat öleceğimizin var. O zaman nedir var oluş sebebimiz ? Hepimiz sonu ölüm ile biteceğini bildiğimiz bir hayat yaşıyoruz. Yani ne yaparsak yapalım öleceğiz. Kurtuluş yok. Doğduğumuzda yaşamak istediğimiz hayatı seçemeyiz. Bize verilen rolü üstleniyoruz sadece. Hayat da, bu roller insan üzerinde hep zıtlıklar ile dolu. Zengin-fakir, güzel-çirkin, yardımsever-acımasız. Bunları çoğaltabiliriz. Fakat hangi tarafta olacağımızı seçemeyiz. Peki neden ? nerede bu adalet? Yaşamın adaletsizliği gibi ölümünde adaletsizliği var elbette. Hangimiz ölüm şeklimizi seçebiliyoruz ki. Yaşamak işkence ise ölmek kurtuluş mu? Bence yaşam ile ölüm arasında daha farklı bir bağ var. Yasam ve ölüm birbirlerine aşık olmuşlar hem de kelimelerin kifayetsiz kalacağı uzun bir sure boyunca. Yasam, ölüme hep hediyeler göndermiş ve ölüm de o hediyeleri sonsuza kadar saklamış. Hediyenin ne olduğunu açıklamama gerek yok sanırım. Hep iç içe, hep birbirinin peşinde ama hiç birlikte olamayan ikili; ölüm varsa yaşam bitmiş, yaşam varsa ölüm henüz gelmemiş...

Aklımdan bu sorular ve düşünceler geçerken evin kapısının açıldığını duydum. Gencay! diye seslenmesiyle gelenin annem olduğunu anladım. Benden cevap bekliyordu. Fakat boğazımda ki baskı anneme seslenmeme izin vermiyordu. Aradan yarım dakika kadar geçtikten sonra annemi odanın kapısının önüne geldiğini farkettim. Panikle, oğlum ne oldu? Dedi. Verebileceğim bir cevabım yoktu. Annem hışımla yanıma çömeldi ve babama bağırmaya başladı. Nazım! Nazıımm! Babamı sırt üstü çevirdi. Babam da hareket yoktu. Annem de durumu benden daha çabuk kavramıştı. Bir yandan ağlıyor, bir yandan dizlerini dövüyor. Bir yandan da babamın adını haykırıyordu. Bense ne yapacağımı bilemediğimden bir anneme bir babama bakıyordum. Anneme baktıkça onun o halini gördükçe bende ağlamak istiyordum. Fakat yapamıyordum. Yapabildiğim tek şey avazım çıktığı kadar susmaktı. Biraz zaman sonra evin kapısının tekrar açıldığını kapı gıcırdamasından anladım. Annemin bu çığlıklarını duymuş olacaklar ki komşular gelmişti. Durumu görenler annemin çığlıkları ve ağlamasına eşlik etmişti. Bu sırada köy halkından olan Ali amca beni kucağına alıp evden dışarı çıkardı. Bahçede bulunan çeşmede yüzümü yıkadı. Daha sonra beni kucağından indirmeyerek sandalyeye oturdu. Kafamı göğsüne yasladı. Avucumu açtım. Elimde duran üç adet zeytine baktım.

SARSINTIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin