Sakinleşmek için derin bir nefes almama rağmen, aldığım nefesler bana yetmemeye başladı. Avazım çıktığı kadar bağırıp tiz çığlıklar ata ata, o kadar vahşice ve acımasız bir şekilde Rüzgar'a saldırıyordum ki yüzü ve kolları kan içerisinde kaldı. Ama o ise hala inadına dalga geçer gibi bana gülmeye devam ediyordu. Kendimi kaybettim. Tam polisi aramaya kalkmamla elimdeki telefonu alması bir oldu. Sesten ve bağırışmalarımızdan komşular eve akın etmeye başladılar. Ben hıçkıra hıçkıra ağlayıp Berk'e sarılırken ambulans sesi duydum. Sanırım insanlar ambulans çağırmış. Ama Rüzgar ortalıklarda yoktu. Acilen hastaneye yetiştirmeye çalıştık. Gider gitmez ameliyata aldılar.
6 saat oldu ve hala çıkmadı. Ne oluyor? Hemşireler ve doktorlar birden koşuşturmaya başladı? Neden? Kalbim daha da hızlı atmaya başladı. Korkuyorum, Berk. Beni bırakıp gidemezsin değil mi?
- Biri bir şey söylesin hemşire hanım.
- Biz elimizden geleni yapıyoruz.
Sadece bu kadar mı? Biz elimizden geleni yapıyoruz. Ne kadar saçma bir cümle değil mi? Ve bizim orada elimiz kolumuz bağlı, çaresiz ve panik içinde beklememiz? Karşımızdaki kişinin ölüm kalım arasında olup bizim sadece seyredebilmemiz ve tek yapabildiğimiz şey birine sığınıp onun iyi olmasını istemek değil mi? Şu an sadece kitlenip kaldım. Filmlerde böyle olunca insanların kalbi duruyor. Berk sen iyisin dimi? Bizim için savaş. Olacak çocuklarımız için. Kurduğumuz tonla hayal için. Şimdi olmaz. Daha seninle yaşlanacağız. Bir doktora daha sorduğumda bana kalbinin durduğunu söyledi. Keşke hayatta bir film olsa. En azından başrol de olduğun için ölmeyeceğini bilirdim. Kalbinin atması için kalan ömrümden her saniyenin azalmasını isterdim. Yeter ki sen iyi ol aşkım.
Doktor, kapıdan çıkıp bana doğru gelmeye başladı. Benim için saniyeler durdu resmen. Kıpırdayamıyorum ve kekeleyerek;
- D-doktor Bey, Berk nasıl?
- Nabzı düzene girdi fakat..
- Fakat ne Doktor Bey?
- Fakat, hastaneye geç kaldınız. Düzeleceğine pek umudum yok. Düzelse bile sakat kalma ihtimali veya hafıza kaybı geçinme ihtimali çok yüksek. Ama düzelmesi bile bir mucize. Hayata ne kadar bağlanmak istediğine bağlı. 24 saat içinde durumu belli olacak.
Beynimden kovalarcasına kaynar su dökülmüş daha sonra onun üzerine beni buzlu suyun içine hapsetmişler gibi başıma ağrı girdi. Berk'in ölme düşüncesi göğsüme bir bir ağırlık gibi çökmüştü sanki. Hayatımda başka hiçbir duyguyu şuan ki kadar derin ve yoğun hissetmiyordum. ama Berk iyi olacaktı beni böyle bırakıp gidemez sonuçta. Berk'i ameliyathaneden çıkartmaları için bekliyordum. Aradan 15 dakika sonra çıkarttılar. Onu görünce elim ayağım titremeye başladı. Yoğum bakıma aldılar. Doktora onun yanına girmek için yalvardım ama o 24 saat içinde odaya hemşire dışında girilmemesinin daha iyi olduğunu söyledi. Ne alakaysa? Sizden ona bulaşacak mikrop onun ölümüne bile sebep olabilir dedi. Ne alaka? O zaman hemşirelerde girmesin mikrop bulaştırırlar. Hayır insanı bu durumda çileden çıkartıyorlar. Benim ona bulaştıracağım tek şey daha fazla sevgi ve onun yanında olduğum hissi. Bunu anlamayacak kadar ne yaşadılar. Tabikide ben böyle elim kolum bağlı duramam. En azından elim eline bir kere değsin onun sıcaklığını iyi olduğunu hissedeyim rahatlayacağım.
Kimse yok fırsatıyla odaya girmeye kalktım ama hemşire gelip hemen beni odadan çıkarttı. Bende inat edip filmlerde hep gördüğümüz klasik bir sahne vardır. Hani şu, dayanamayıp soyunma odasından bir doktorun veya hemşirenin üstünü giyip odaya sızmak. Hah işte o... Şuan tam onu yaparken buldum kendimi. Dünyanın en büyük suçunu işleyen bir insan gibi hissediyorum. Ama bunu yapmak zorundayım. Belki benim onun yanında olduğumu hissederek kendine gelir. Odaya girer girmez kalbim yerinden çıkacak kadar çarpıyordu. Berk'in yanına gittim ve onu o halde görünce yüreğim burkuluyor ama bir yandan da şuanın mutluluğunu yaşıyordum. Sonuçta o ölmedi yaşıyor ve ben şuan onun elini tutuyorum. Gözlerimden damla damla akan göz yaşı Berk'in üzerine denk geliyordu. Daha sonra ona sarıldım ve öptüm. Belki de bu ona son vedam olabilirdi çünkü...
Odadan çıkmak zorundaydım. Tam soyunma odasına girecektim ki, bir doktor bana seslendi. Kaçmam mı gerekiyor? Duymamazlıktan mı gelsem acaba? Ama daha düşünemeden o anki refleksimle arkamı döndüm. Boncuk boncuk sırtımdan terler akıyordu.
- Kızım sen yeni gelen stajyer olmalısın dimi?
Evet, demek zorunda kaldım başka ne diyebilirim ki?
- Bana 121 numaralı odadaki hastanın sağlık raporunu getirebilir misin?
Peki, dedim. 121 numaralı odayı aramak zorunda kaldım şimdide. aka sıkıntı yok Allah'tan benden yapamayacağım bir şey istemedi. Dosyaları aldıktan sonra gidip hemen doktora verdim. Daha sonrada ortalıklarda görünmeden hemen soyunma odasına gidip üzerimi değiştirdim. Mutluyum ya harbiden mutluyum en azından şuan nefes alıyor. Saat akşam 11'i geçti. Ama Berk ne gözünü açtı nede bir yerini hareket ettirdi. Gözümü bile kırpmadan onu izlemeye devam ediyorum. Yanıma hemşire geldi ve istersem eve gitmemi söyledi biz size haber veririz dedi. Ben onu bu halde bırakıp nasıl eve giderim deyince cidden üzüldüğümün ve beni ikna edemeyeceğimi anladı. Aradan 5 dakika geçtikten sonra hemşire elinde tepsiyle yanıma geldi. Bir tost ve yanında çay getirmiş. Ben yemek istemedim ama bana eğer Berk şuan yanında olsa seni böyle mi görmek isterdi deyince ağlaya ağlaya yedim. Hala böyle insanların olduğunu düşünmezdim teşekkür ettim. Saat 2 olmuştu. Aklıma Berk'in ailesi geldi. Haber vermeli miyim ama ben ailesini tanımıyorum ki. Numaraları da yok ve beni daha öncede hiç tanıştırmadı.
Tam dalıyor muşum. Birden omzuma biri dokundu. Kafamı kaldırdığımda Rüzgar karşımdaydı. Ama gözlerinden yaşlar geliyordu.
- Gülru özür dilerim ben böyle olsun istemedim sadece korkutmak için onun yanına gitmiştim.
dedi. Gerçekten yüzü çok masum ve yalan söylemiyor gibiydi.
- Rüzgar sen hala burada mısın? Söyleyeceklerin Berk'i geri getirmeye yetmeyecek.
- Biliyorum ben sadece seninle konuşmak istiyorum. Benimle gelir misin?
- Onca şeyden ve yaşanmışlıklardan sonra ona nasıl inanmamı bekliyorsun ki? Daha dün bana tecavüz etmeye çalışıyordun. Gelmiş şimdi burada benimle gelir misin diyorsun.
- Pişman olduğumu anladım. Ve gerekli cezayı aldım. Eğer benimle gelmezsen bende yaptığım ve yaşattığım bunca şeyden sonra kendi canıma kıymaya bile razıyım. İstersen sen beni öldür hiç iyi değilim.
- Sana güvenmiyorum Rüzgar. Lütfen buradan git yoksa bağırırım.
- Bak sadece bahçeye kadar benimle gel. Bir daha karşına çıkmayacağıma söz veriyorum.
Bu kadar içten ve gözleri dolmuş bir şekilde olduğu için dayanamayıp kabul ettim. Sanırım bu sefer cidden yaptığı pişmanlığı anladı. Aşağıya doğru inerken ondan 4 adım geriden geliyordum. Hastanenin parkına doğru gidiyorduk. Gece olduğu için çok insan yoktu. Bu yüzden tehditkar bir şekilde gidiyordum. Ama şuan beni panik dalgası sardı. Ona güvenmememe rağmen onun teklifini nasıl kabul ettiğimi anlamış değildim. Parkta 2 tane sokak lambası vardı. Teki yanıp sönüyordu. Diğeri ise yanmamakla yanmak arasındaydı. Verdiği ışık neredeyse belli olmuyordu. Ortamdan herhalde gerilmeye başladım. Rüzgar durdu, bense 4 adım arkasında durdum. Üzerime doğru gelmeye başladı.
- Gülru sana bir şey söylemem gerekiyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çıplak Gece
Teen FictionHayatının en kötü günü diye düşünmüştü Gülru çünkü eski sevgilisiyle en yakın arkadaşını lunaparkta öpüşürken görmüştür. Sinirle oradan koşarken bir çocuğun üstüne düşer ve Gülru utanarak orayı terk eder. Daha çocuğun adını bilmeden... Fakat gece e...