Yağmurlu bir sonbahar günüydü. Henüz 5 yaşında, küçük bir kız çocuğuydum. Babam benim doğumumu göremeden ölmüştü, sebebi alkolden uzak duramamasıymış, annem hep böyle derdi bana. Tıpkı bütün küçük çocuklar gibi evde oturmuş, oyuncak bebeklerimle oynuyordum yalnız başıma. Annem bana küçük bişeyler alıcağını söyleyip gitmişti, ondan en sevdiğim çilekli yoğurtlardan istemiştim gelirken.
Saat 7 civarında, hiç unutmam, 2 tane esmer, uzun boylu, bayaca iri polis amcalar evimizin kapısını çalmıştı. Ben polis amcaları çok severdim o zamanlar. Kapıyı açıp onlara en güzel gülümsememi, en içten son gülümsememi göstermiştim. Beni yavaşça kucakladı bitanesi, sakallı olan. "Odan nerede senin küçük kız?" Elimle göstermiştim, sonra odama gidip en sevdiğim kıyafetlerimi toplamıştık. En sevdiğim bebeğimide almıştık ama bana çok eşya alamayacağımı söyledi polis amcalar. Daha sonra evden çıktık.
Yol boyu bana annem, babam ve kalan akrabalarım hakkında soru sordular. Onlara babamın alkol yüzünden asla geri gelemeyeceğini, annemin alışverişe gittiğini ve yurtdışında hiç görmediğim bir teyzem olduğunu söyleyebilmiştim sadece. çünkü başka kimsem yoktu. Bildiğim başka hiçbişeyde yoktu. Polis amcalar beni karakola götürdü, en sevdiğim bebeğim kucağımda, çantam omzumda oturmuştum koltuklardan birine. Annem sabah uzun kahverengi saçlarımı arkadan sıkıca örmüştü ama ben yine huysuzlanıp bozmuştum ve saçım yine darmadağın olmuştu. Küçük ayaklarım kırmızı koltukta otururken yere değmiyordu. Polis amca yanıma gelip "annen uzun bi süre gelemicek küçüğüm, ama seni çokça arkadaş edinebileceğin biyere götüreceğiz şimdi." Deyip gülümsemişti.
O an orada, anneminde babam gibi asla gelemeyeceğini anlayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. Tek yapabildiğim salya sümük ağlamak ve "Annemi istiyorum polis amca!" Diye bağırmak olmuştu.
Daha sonra benim gibi çocukların olduğu yere götürdüler. Her gece annemin bana aldığı küçük bebekle yatıp ağlayarak uykuya dalıyor, her sabah bakıcı teyzeler saçımı annem gibi öremiyor diye saçlarımı yolup tekrardan ağlıyordum. Neredeyse 9 sene bu böyle devam etti. Annemin gidişini kabullenemiyordum. 14 yaşındayken, olanları yavaş yavaş sindirmeye başlamıştım ama annemin beni neden bıraktığını algılayamıyordum. Bana bir açıklama borçluydu, ama beklemeyi bırakmıştım çoktan. Tıpkı babama yaptığım gibi. Beklediğim açıklamayı annem yerine kaldığımız yerin müdüresi yapmıştı. Bir gece beni yanına çağırdı.
"Canım kızım, artık sen bişeyleri anlayabilecek düzeye geldin. Buradaki herkes, tıpkı senin gibi, uzunca bi süre asla gelmeyecek olan aile fertlerini bekledi, ama artık kabullendiler. Bak, artık sende beklemiyorsun asla gelmeyecek olan anneni canım kızım. Annen 9 sene önce.." Öldü. Hemde intihar. Annem beni bu boktan hayatta tek başıma bırakıp gitmişti. O an hiçbişey hissedemedim. Ama o gece sinir krizi geçirmişim, hatırlayamıyorum. O andan sonra hayatım antidepresanlar, uyku hapları, sinir ve ağlama krizlerinden ibaret olmuştu. Tek düşündüğüm annem, asla hatırlayamadığım babam ve ölümün nası bişey olduğuydu.
Daha sonra beni, kaldığımız yetiştirme yurdunun dışında olan bir okula gönderme kararı aldılar. Böyle durumlarda fikrinizi almıyorlar tabii, olduğunca hızlı sizden kırtulmaya çalışıyorlar. Ama beni hayatınızda görebileceğiniz en boktan okula göndermişlerdi, uzun süre önce benden umudu kesmiş olmalılardı. Henüz 14 yaşında, hayat bu kadar güzelken, tek düşündüğü şey ölüm olan bi kız çocuğundan ne bekleyebilirlerdi ki zaten?
O sabah, beni hafifçe kilolu, kıvırcık saçlı bakıcı teyze uyandırdı. Bana artık okula gitmem gerektiğini, çok bile geç kaldığımı ama iyi haber olarak istediğimi giyebileceğini söyledi. Her sabah olduğu gibi o sabahta gözümde küçük bir göz yaşıyla uyanmıştım. Sertçe gözyaşımı sildim ve aynanın karşısındaki cansız gibi duran bedenime ve suratıma baktım. Hiçbir şey yiyemediğimden, 14 yaşımda 35 kilo bir iskelet yığınıydım. Boyumda diğerlerine göre uzundu. Yediklerimi içtiğim ilaçlar yüzünden direk çıkarıyordum ve artık bu durumdan çok sıkıldığım için hiçbişey yememeye karar vermiştim. Ayaklarımı sürüyerek küçük gardırobuma doğru yürüdüm. İçinden bi tane siyah kısa tşört ve taytımı alıp giydim. Saçlarım o kadar uzamışlardı ki, artık uğraşamıyordum saçlarımla. Daha sonra tuvalete gittim, soğuk suyu açıp hafifçe yüzüme çarptım. Birazda avcuma su alarak elektriklenmiş olan uzun, düz saçlarıma sürdüm. Havluya uzandığımda içeri biri daha girdi. Burda benim gibi çok çocuk olmasına rağmen hiçbiriyle tanışmışlığım bile yoktu. Yüzümü silip odama gittim, ilaçlarımı çantama koyup çantamı sırtıma aldım ve ortak salona doğru yürümeye başladım. Su yeşili gözlerimi açmakta çok zorlanıyordum. Salonda beni müdüre karşıladı. "Günaydın güzelliğim." Teşekkür ederim anlamında başımı salladım ve sözlerine devam etti: "Bugün seni görmeye biri geldi. Ve galiba, yeni bir ev edineceksin kendine." Bunu söylerken suratına kocaman bir gülümseme yayıldı. Kim olduğunu çok merak etmiyordum, muhtemelen birine evlatlık verilmiştim. Gözlüğünü düzelterek "kim olduğunu merak etmiyor musun?" Diye sordu. Sırt çantamı düzelterek "pek değil, eşyalarımı toplamalı mıyım?" Diye yanıtladım. Elimden tutarak beni kocaman dış kapıya doğru sürükledi. Dışarıda sarışın, uzun boylu, kıvırcık saçlı ve zayıf bir kadın duruyordu. Ona doğru yürüdük. Bizim ayak seslerimizi duymuş olmalı, kafasını çevirip kocaman kahverengi gözlerini üzerime dikti. Yeni annem bu olmalıydı. Kadını dikkatlice incelerken gözlerinin dolduğunu farkettim. Müdüreye dönüp titrek bir ses tonuyla "Bu kız mı?" Diye sordu. O anda karşımda duranın teyzem olduğunu anladım. Müdüre başını evet anlamında salladı. Daha sonra teyzem bana sarıldı, ağlıyordu. Ama ben nedense hiçbir şey hissedemiyordum. Daha önceden gelmeliydi, henüz bişeyler hissedebilirken, bu boktan yere çocukluğumu vermeden önce gelmeliydi. Sonra suratıma bakıp "annene ne de çok benziyorsun" dedi. Sesi hala titriyordu.
Teyzem, liseyi bitirdikten sonra yurtdışında üniversiteyi kazanmış. Tabi o zamanlarda üniversiteyi kazanabilmek, hele ki yurtdışında, çok büyük bir hava atma malzemesiymiş, o yüzden teyzemi göndermişler. Üniversiteyi bitirdikten sonra direk iş hayatına atılmış ve gerçekten çok başarılı bir avukat olmuş. Yani yol boyu bana anlattığı hikaye buydu. Annemin ölümünü duyduktan sonra hemen gelmek istemiş, ama olanları hazmetmesi tam 9 yılına mal olmuş galiba. 9 yıl sonra buraya, benim için gelmiş ve ailem olarak görebileceğim tek o olduğu için diretmeden beni teyzemin üstüne kaydetmişler. Sormak istediğim çok soru vardı aslında, ama benim için hiçbir önemi yoktu bunların. Hiçbirini dinlemek veya duymak istemiyordum. Yalnızlığa bu kadar alışmışken hayatınıza bir anda birini, bu kişi teyzeniz bile olsa, almak çok zor. Hele ki kimsesiz büyümüşseniz. Aslında teyzeme çok sarılmak istiyordum çünkü annemin simasını hatırlamakta gün geçtikçe zorlanıyordum ve onu bana hatırlatabilecek tek kişi oydu. Ama yapamıyordum, çünkü dokunduğum her şeyi, girdiğim her hayatı mahvediyormuşum gibi hissediyordum. Uzun bir yolculuktan sonra küçük, beyaz, bahçeli bir villamsı evin önünde durduk. "Geldik" dedi teyzem. Arabadan indi. Bende yavaşça kemerimi çözdüm ve arabadan indim. Arka koltuktan sırt çantamı aldım, teyzemde bagajdan birkaç çift olan kıyafetlerimin sığdırıldığı valizi aldı. Arabayı kilitledi ve evin girişine doğru yürüdük.
Ev çok güzeldi. Dışı bembeyazdı. Çok masumdu. Küçük bir bahçesi vardı ve bahçe yemyeşildi. İlkbahara yeni girmemize rağmen bütün çiçekler neredeyse çiçek açmıştı. Bu, beni gülümsetmişti. Çiçekleri çok severdim. Teyzem kapıyı açtı ve içeri girdi, yavaşça arkasından girdim. Bana evin anahtarının 2. Çiftini uzattı. Alırken gülümsedim. "Gel sana odanı göstereyim" dedi bana sıcak bir şekilde. Kapıyı kapattıktan sonra küçük bir koridor geçtik, daha sonra üst kata çıktık. Direk karşıda duran oda benimdi ve yola bakıyordu. Manzarası çok güzeldi, kaldığımız cadde çok güzel ve bakımlıydı çünkü. Kapıyı açınca sol tarafta çalışma masam duruyordu. Her şey beyaz ve masumdu. Çalışma masamın yanında küçük bir kütüphane vardı ve içerisi çoktan kitaplarla dolmuştu. Kitap okumayı sevdiğimi nerden biliyordu bilmiyorum ama çok hoşuma gitmişti. Kütüphanenin yanında devasa cam vardı ve kırmızı bir perdeyle süslenmişti. Odanın tam ortasında yatağım vardı ve yatağımın solundada büyük gardırobum vardı. Gördüğüm en büyük gardıraptu sanırım. Yanına yanaşıp içini açtım ve şok geçirdim. Bütün gardırop doluydu. Ağlamaya başladım. Mutluluktan mı üzüntüden mi bilmiyorum ama gerçekten kendimi kötü hissetmiştim. "Bunlar çok güzel, teşekkür ederim." Diyebildim sadece. Bana gülümsedi ve yanıma gelip sarıldı. "Her şey çok güzel olacak, sana söz veriyorum. Seni bu çevredeki en güzel okula yazdırdım, en başarılı psikolog ve psikiyatristleri ayarlamaya çalıştım, hemde grup seanslarıyla. Bana ne kadar çekingen olduğunu anlattılar. Bundan kurtulacaksın. Ayrıca çok iyi bi diyetisyende buldum, anoreksiyadan da kurtulacaksın. 9 yılı telafi edeceğiz, söz veriyorum." Ağlamam durmuştu. İlk defa, çok uzun zamandan sonra, güvende hissetmiştim. Ama henüz, birine bağlanmaya hazır değildim, teyzem bile olsa. Yalnız kalmak istediğimi anlamış olmalı, elindeki valizimi bırakıp gitti. Arkasından kapıyı kapattım. Odama göz atarken kendimi o bok çukurundan kurtulduğum için şanslı hissediyordum. Daha sonra bir gramofon dikkatimi çekti. Kütüphanemin hemen üstündeydi. Yanına yaklaştım ve göz attım. İçinde bir plak vardı. Hemen çalıştırdım. Bu grup The Beatles dı ve ben bu gruba bayılırdım. Suratımda bir gülücük ile yatağa yöneldim. Hiçbir şey için endişelenmeme gerek yoktu artık. Yanımda biri vardı, yalnız değildim. Kendi odam vardı. Kendime ait gramofonum vardı. Ve o sözlerle uykuya daldım.
"Here comes the sun, here comes the sun and I say, it's all right.."
(Işte güneş doğuyor, işte güneş doğuyor ve dedim ki; her şey yolunda."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayat Yeniden Başlar.
RandomO bok çukurunda ölüyorum, ama annem bana kızmıyor! Doğru ya, ben annemi çoktan kaybettim. Annemle birlikte kendimi de kaybettim. Tekrardan başlayabilmem için bir umuda ihtiyacım vardı ve ihtiyacım olan şey, tam karşımda duruyordu, bütün saflığıyla.