Part 8

22 1 0
                                    

Daha 2.günden birinin üstüne bu kadar gitmek beni çok rahatsız etse de, gidebileceğim başka bir yer yoktu. Titreyen ellerimi cebimdeki telefonuma götürdüm. Devamlı dolan gözlerim ekranı net olarak görmemi engelliyordu. Zar zor Avon ı aradım. Telefona cevap vermesini beklerken, titreyen dizlerime engel olamadığım için olduğum yere oturdum. Elimde telefon, sırtımda sırt çantası, kaldırımda çaresizce oturuyordum. Oldukça çaresiz.

-Alo?

+A-Avon. B-ben Jocelyn. Rahatsız ettiğim için özür dilerim ama be..benim yardıma ihtiyacım var.

Nefes alış verişlerim değişiyordu. Bir kriz beni bekliyordu, hem de büyük bir kriz.

-Nerede olduğunu söyle. Hemen geliyorum.

Ona adresi bildiğim kadarıyla tarif etmiştim. Oturduğumuz eyalet, Connecticut, oldukça küçük bir eyaletti. Hatta Amerika'nın en küçük eyaletlerinden biriydi. Bizim oturduğumuz şehir, eyaletin en büyük 2.şehri olmasına rağmen bütün yollar birbirine bağlıydı. Bu nedenle birine bir yeri tarif ettiğinizde, o yere ulaşmaları uzun sürmüyordu. Tıpkı Avon'ın beni bulmasının 15-20 dakika sürmesi gibi, o kadar tuhaf tarif etmeme rağmen. İlaçlarımı içmem gerekiyordu, ama yanımda su olmadığından içemiyordum. Güneş yavaş yavaş batıyordu ve hava soğumaya başlamıştı. Avon'ın geldiğini gördüğümde yerimden kalkmaya çalıştım ama bedenim, taşıyamayacağım kadar ağır gelmişti bana. Kafamı kaldırıp ona baktığımda, yüzündeki endişeyi görmüştüm ve bu beni tuhaf bir şekilde sevindirmişti. Senin için endişeleniyor, dedim kendi kendime ama sevincimi suratıma yansıtamayacak kadar yorgun hissediyordum. Kalkamayacağımı anlayınca beni tek hamleyle kucağına aldı. Bende kollarımı onun boynuna doladım ve arabaya doğru ilerledik. Arabayı kimin kullandığını, ailesinin beni kabul edip etmeyeceğini soramayacak kadar, hatta teşekkür edemeyecek kadar bitkindim. Küçük şeylerden dolayı kendimi yıprata yıprata bu hale getirmiştim. En küçük bir şeyde krize giriyordum. İlaçlara bağımlı yaşıyordum, bir eroinmandan farkım yoktu. Beni arka koltuğa bırakıp ön koltuğa geçti, arabayı kullanan kişinin yanına oturdu. Aniden midem de bir acı hissettim. Midem çok kötü kasılmıştı ve çok canımı yakıyordu. Ellerimi karnıma götürdüm ve mideme baskı yapmaya başladım. Aynı zamanda kafamı tutamadığımdan, cama yasladım ve her şeyin bir an önce geçmesini ummakla yetindim. Midemin lanet ağrısı beni öldürüyordu. Ağrıdıkça daha çok baskı yapıyordum, bu da beni daha çok yoruyordu. Yol boyu midemle cebelleştim. Aynı zamanda da bayılmamaya, bilincimi açık tutmaya çalışıyordum. Arabanın ani duruşuyla geldiğimizi anladım. Kafamı yasladığım camdan büyük bir zorlukla çekmemle kapımın açılması bir oldu. Avon, tekrardan beni kucağına aldı ve eve doğru ilerledik. Nasıl bir yerde oturduğunu merak ediyordum, ama ne görüntüler ne de ses, net değildi. Eve girdiğimizde de, Avon ın dediklerini anlayamıyordum. Sesi çok boğuktu. Bana söyleyip söylemediğini bile anlamadığım bir sürü cümle kurmuştu. Beni bir yere oturtturdu ve ilaçlarımı içmeme yardım etti. İlaçlarımı içtiğimde mide ağrım birazcıkta olsa hafiflemeye başlamıştı. Kafamı çevirdiğimde yanıma oturmuş ve görüşümün bulanık olmasına rağmen kendini hemen belli eden mavi gözlerini üzerime dikmiş Avon ı gördüm. Suratıma engel olamadığım bir gülümseme yerleşmişti, onun bu hali neden bilemiyorum çok hoşuma gitmişti. Kafamı omzuna yasladım ve kolumu koluna doladım. Huzur denilen şey bu olmalıydı. Onun kokusu, onun teni, onun bakışları. Bir süre öylece bekledikten sonra, sesler ve görüntüler netleşmeye başladığında, etrafıma şöylece bakındım. Bulunduğumuz yer salon olmalıydı ve inanılmaz derecede büyüktü. Krem renginin hakim olduğu duvarları kahverengi eşyalar süslüyordu. Hemen tepemizde bulunan gösterişli avize, bütün salonun aydınlanmasını sağlıyordu. Hemen karşımızda dışı ve bulunduğu duvar taştan yapılmış bir şömine vardı. Daha önce bu kadar gösterişli, aynı zamanda uyumlu bir salon daha görme imkanım olmamıştı. En çok dikkatimi çeken ise, şöminenin hemen altında duran masadaki resimlerdi. Herkesin çok mutlu göründüğü aile fotoğrafları. Etrafı incelediğimi anlayan Avon bana daha iyi olup olmadığımı sorduğunda ona kafamı sallayarak onay verdim. Gülümsedi ve bana ne olduğunu anlstmak isteyip istemediğimi sordu.

+Çok yorgunum, anlatırsam daha çok yorulurum. Daha sonra, lütfen. Dedim.

Bana bakıp başını salladı, bu galiba tamam demekti. Daha sonra arkasına dönüp bize sırıtan bir bayana yemeği hazırlamasını, söyledi. O sırada bende telefonumu bulmaya çalıştım. Teyzamin arayıp aramadığını merak ediyordum. Büyük uğraşlar sonrasında bulduğum telefonumu açtım. Hiç arama yoktu, mesaj yoktu. Bu benim kalbimi çok kırmıştı. Biliyorum, kırılmak benim hakkım değildi ama kırılmıştım işte. Bana sahiplenmesini istiyor, aynı zamanda da ona ait olmadığımı anlamasını istiyordum. Garip duygular işte. Suratımın düştüğünü gören Avon:

-Sana evi dolaştırmamı ister misin?

+Tabii.

Olabildiğince sıcak olduğunu umduğum gülümsememi takındıktan sonra yerimizden kalktık. Evi dolaşırken bir yandan da sevdiğimiz şeylerden bahsediyorduk. Avonla kitap zevklerimiz birdi. İkimizde yeraltı edebiyatından hoşlanıyorduk. Ayrıca birbirimize aynı anda sorduğumuz "En sevdiğin yazar" sorusuna da aynı anda "Edgar Allen Poe!" Diye cevap vermiştik heyecanla. Bu beni çok mutlu etmişti. İlk arkadaşım. Zevkleri benimle uyuşan ilk insan.

Yerinin daima benim için farklı olacağını biliyordum. Hayatınız boyunca kalbiniz sadece bir kere böyle atabilir, bir kere böyle atacaktır. Hayatınızda, kokusuna cenneti yüklediğiniz, omuzları sizin eviniz olabilecek, dediği her kelimeyle sizi büyülebileyen sadece tek bir insan olacaktır.

Hayat Yeniden Başlar.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin