Perdemden sıyrılıp içeri süzülmüş olan güneş ışığı beni uyandırdı. İncecik olan kolumu gözlerime siper etmiştim ama işe yaramamıştı. Lanet ışık tam gözümün içine giriyordu. Kalkıp ışığın geldiği yere doğru perdeyi çekiştirmek istiyordum ama çok yorgundum. Gece boyu en az 4 kere uyanmıştım, hemde ağlayarak. Rüyamda annemin kendini astığını, köprüden atladığını, tonlarca ilaç içip intihar ettiğini görüyordum her seferinde, bu yüzden de uykularımda dinlenemiyordum. Hatta uyku, beni daha çok yoruyordu. Ve daha da kötüsü, gün geçtikçe annemin simasını unutmaya başladığımı farkediyordum. Rüyalarımda annemin yüzünü bulanık görüyordum. Sadece gözlerini hatılayabiliyordum net olarak. Benimkilerle aynı renkteydiler. Annemi unutmaktan o kadar çok korkuyordum ki.. Saate bakmak için baş ucumdaki telefonuma uzandım. Saat 6.30 civarlarında bişeydi. Üstümden battaniyeyi sıyırdım ve yavaşça doğruldum. Yatağın köşesinde oturup gözlerimi ovuşturdum. Yavaşça kalktıktan sonra esneyerek banyoya doğru yürümeye başladım. Teyzemi uyandırmamak için adımlarımı çok sessiz atmaya özen gösteriyordum. Odasının önünde durduğumda yavaşça kapısını çektim ve tuvalete doğru sessizce ilerlemeye devam ettim. Tuvalete ulaştığımda ise kapıyı yavaşça kapattım ve kilitledim. Daha sonra da çok zorlu bir görevi başarmışım gibi derin bir nefes alıp verdim. Musluğu açıp buz gibi bir suyu suratıma çarptım, bu benim ayılmama yardımcı oluyordu. Su damlacıkları yere düşmesin diye suratımı lavabonun üzerinde tutarak havluya ulaşmaya çalışıyordum. Havluyu hızlı bir hamleyle aldıktan sonra yüzümü sildim ve havluyu bacaklarımın arasına sıkıştırıp dişlerimi fırçalamaya başladım. Vücudumda kalsiyum eksikliği olmasına rağmen dişlerimin düzgün olması beni bir hayli şaşırtan şeylerden bir tanesiydi. Normalde kalsiyum eksikliğiniz varsa dişleriniz kısa, küçük veya uzun, ayrık olabiliyordu ama benimkiler şaşırtıcı derecede düzgündü. Dişlerimi fırçaladıktan sonra bir kere daha elimi silip havluyu aldığım yere astım ve kapının kilidini açıp küçük adımlarla yürümeye başladım. Pijama altım çok bol ve uzun olduğu için bir elimle düşmemesi için bel kısmını tutuyor, diğer elimle de basıp düşmemek için yukarı doğru çekiştiriyordum. Odamın kapısına ulaştığımda hemen yanda olan teyzemin odasından alarm sesinin geldiğini duydum. Saatin daha yeni yeni 7ye yaklaşıyor olduğundan emindim ve o bu saatte mi uyanıyordu? Sesi hiç duymamış gibi odama girdim ve kapıyı kapattım. Kapının önünde dikilirlen kütüphaneme doğru bakıp gülümsedim. Benim kütüphanem. Benim kitaplarım. Kimseyle paylaşmak zorunda değildim. Düşüncesi bile beni heyecanlandırmaya yetiyordu. Oraya doğru ilerleyip daha önce adını dahi duymadığım kitaplara bakmaya başladım. Konularının ne olduğuna dair en ufak bir fikrimin bile olmadığı bir sürü kitapla bakışıyordum. Aralarından rastgele bir tanesini çekip aldım. Sonra kapımın gıcırdamasıyla kafamı o yöne doğru çevirdim ve dağınık saçlarıyla tam bir ev kadınına benzeyen teyzeme bakıp gülümsedim. "Günaydın" dedikten sonra bana gülümseyerek karşılık verdi. "Günaydın. Ne zamandan beri ayaktasın?" Elimdeki kitabı yerde duran çantamın içine koyarken "biraz oldu" diye karşılık verdim. Çantamın fermuarını çekerken teyzem "Anladım. Ben duşa gireceğim. Hazırlandıktan sonra zaman bulabilirsem kahvaltıyı evde yaparız ama olmazsa dışarıda yaparız. Olur mu?" Kafa sallayarak onayladım. Teyzemde arkasını dönüp banyoya doğru ilerledi. Kendimle baş başa kaldığımda, kendime her şeyin çok güzel olacağıyla ilgili moral vermeye çalışıyordum. Jocelyn, dedim kendi kendime, "her şey şahane olacak. Bir sürü arkadaş edineceksin, iyi bir eğitim aldıktan sonra kendine bir hedef belirleyebileceksin. Herkes seni çok sevecek." Aslında kendimi kandırdığımı adım gibi biliyordum. Yetimhanede kendimi geliştirecek ve düşünecek çok zamanım olmuştu. Her düşündüğümde de, hayallerimize giden yolun okul gibi sikimsonik bir yerden geçmesinin çok salakça bir şey olduğu kanısına varmıştım. Bir şeyin hayalini kurmak bile yeterince zorken bazılarımız için, bir de üstüne ders diye adlandırdıkları bir sürü gereksiz konu ekliyorlardı. Eğer bir şeyi çok istiyorsanız, mesela bir yerde çalışmayı, bu aldığınız eğitimle veya gittiğiniz okulla ilgili olmamalıydı. Ya da zekamız, okullarda yaptıkları gereksiz testlerle belirlenmemeliydi. Mesela ben, kaldığım yetimhanede herkesin zeki olduğunu düşünüyordum. Herkes kendine göre yetenekliydi, herkes bir şeylerle uğraşıyordu. Ama hepimizi aynı sınıfta topluyor, hepimize aynı dersi veriyorlardı. Bir balığa uçmasını öğretmek gibi bir şeydi bu. Daha sonrada balık umutsuzluğa kapılır, bir şey hayal edemez olur, kendini soyutlar ve en sonunda toplumun içinde kaybolan birey olur. Sonra da uçamadığı için balığı suçlarlar. Yaptıkları tam olarak buydu işte. Bir de bizi, fazladan sınıf açamadıkları için, en çok hangi yaş grubu varsa o yaş grubuna sınıf açıyorlardı, bizi de o sınıfta ders işlemeye zorluyorlardı. Kapasite diyorum, algılama yetisi diyorum, her insan aynı değildir diyorum, kimse sizin o boktan işlemlerinizi dinlemek istemiyor diyorum, ama demek istediklerimi her zaman olduğu gibi birilerine diyemiyorum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayat Yeniden Başlar.
De TodoO bok çukurunda ölüyorum, ama annem bana kızmıyor! Doğru ya, ben annemi çoktan kaybettim. Annemle birlikte kendimi de kaybettim. Tekrardan başlayabilmem için bir umuda ihtiyacım vardı ve ihtiyacım olan şey, tam karşımda duruyordu, bütün saflığıyla.