Part 4

52 5 2
                                        

Kendimi bok gibi hissediyordum. Sanki içim ölmüşte, ben ölememişim gibiydi. Ve en trajedik olanı da daha 14 yaşındaki bir kızın ölümden bahsetmesiydi, ölümü düşünmesiydi ve ona hazır olmasıydı. Ne kadar yazık. Yaşayabileceğim daha çok şey vardı oysaki. Ama yaşamak değildi bu. Sanki yaşıyormuş gibi davranmaktı, öyle göstermek, öyle sanmaktı. Kendimi o kadar yorgun hissediyordum ki. 5 yaşımdan beri cesur olmak zorunda olmaktan çok yorulmuştum, yalnızlıktan çok yorulmuştum, her gece yatağıma yattığımda annemin kafamı okşadığını düşlemekten çok yorulmuştum. Teyzem bana her şeyin çok güzel olacağını söylemişti ama olmayacaktı. Ben hep cesur olmak zorunda olan o küçük kız olacaktım çünkü teyzem; geçmişimi silemeyecekti, çocukluğumu bana geri veremeyecekti, o 9 lanet yılı orada geçirmemişim gibi davranamayacaktı ve bana annemi geri getiremeyecekti! Son düşüncem nefesimi kesmişti. "Ağlamaktan içim çıktı" dedikleri durumu yaşıyordum galiba. Gözlerimin karardığını farkettiğimde, gördüğüm son şey bana doğru gelen bir arabaydı.

Gözlerimi açtığımda bembeyaz bir tavana bakıyordum. Çok net olmasa da birkaç ses duydum. Çok susamıştım ve başım çok ağrıyordu. Yattığım yerden kalkmak istiyordum ama kolumu kaldırmaya halim yoktu. Bilincim yavaş yavaş yerine gelmeye başladığında etrafıma bakındım ve nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Koluma bağlı olan seruma baktığımda hastanede olduğumu farkettim. Daha sonra da kapının orada birileriyle konuşan teyzemi farkettim. Kimle konuştuğunu merak ediyordum. Açıkçası, tam konuşma değildi bu, bir kadın teyzeme sürekli bişeyler diyordu ve teyzem sadece kafa sallamakla yetiniyordu. En sonunda kadının ard arda kurduğu cümleler kesilince teyzem teşekkür edip derin bir nefes aldı ve bana doğru yürümeye başladı. "Uyanmışsın, nasıl hissediyorsun?" Gelip baş ucuma oturdu ve elimi tuttu. "Eve gitmek istiyorum. Hemen çıkıp gidemez miyiz?" Doğrulmaya çalıştım ama kendimi kaldıramıyordum. Teyzem yastığımı düzeltti ve doğrulmama yardım etti. Bir yandan da bana cevap vermeye çalışıyordu. "Bir iki kere daha kontrol etmeye gelecekler. Eğer iyi olduğuna kanaat getirirlerse, hemen eve gidebiliriz canım."

-O konuştuğun kimdi peki? Diye sordum meraklı gözlerle.

+Psikoloğun. Bizimle birlikte buraya kadar geldi, aynı zamanda sorunlarını tartışmak için zamanımız oldu. Yetimhaneden bana verdikleri kağıtları inceledik birlikte. Verdikleri ilaçların birkaçını iptal etmek için gerçekten iyileşmek isteyip istemediğini anlaması gerekiyormuş.

Gerçekten iyileşmek isteyip istemediğimi anlaması mı gerekiyormuş? Oradan bakınca mazoşist biri gibi mi gözüküyorum? Kim iyileşmek istemez ki? Hiçbir şey demedim. Çünkü itiraz etmek hiçbir işe yaramıyordu, onların gözünde ben psikolojik sorunları olan bir kız çocuğudum ve psikolojik sorunları olan insanları pek dinlemiyorlardı. Teyzemle birlikte doktor gelene kadar bekledik. Ne o bir cümle kurdu, ne de ben. Uzun bir bekleyişin sonunda doktor kapıyı araladı ve içeri girdi. Bana nasıl hissettiğimi sordu ve ben de iyi hissettiğimi falan söyledim. Ve işin tuhaf yanı, "iyiyim" dediğimde kimse yalan söylediğimi anlamıyordu. Ölçtüğü tansiyonum ve yaptığı testler de benim yalanıma şahitlik yaptı. 1 saatin sonunda teyzemle birlikte evin yolunu tutmak için arabaya doğru yürümeye başladık. Arabaya bindiğimizde ona sorunlarımın ne olduğunu sordum. "Majör depresif bozukluk ve Posttravmatik stres bozukluğu." Yanıtını aldım. "Yani?" Dediğimde ise teyzem bana anlayacağım şekilde neyim olduğunu anlattı. "Her türlü yaptığın aktiviteyi, sosyal yaşantını ve diğer bütün davranışlarını etkileyecek dereceye kadar ulaşmış bir depresyon hali içindeymişsin. Buna majör depresif bozukluk deniyormuş. Ayrıca yaşadığın travmatik bir olayı devamlı hatırlama, rüyanda görme durumuna da posttravmatik stres bozukluğu deniyormuş." Bunu söylerken teyzemin suratına karanlıkta bile anlaşılabilecek kadar büyük bir üzüntü bulutu hakimdi. Durumuma üzüldüğü için mi yoksa beni kabul ettiğinden dolayı duyduğu pişmanlıktan dolayı mıydı bu üzüntü bulutu, bilemiyorum. Ama her iki durumda da, bu beni rahatsız ediyordu. Çünkü her iki durumda benim yüzümdendi ve benim yüzümden kimse mutsuz olsun istemiyordum. Ben bile kendi halime üzülmüyordum artık, o da üzülmemeliydi. Kendimde o cesareti bulduğumda ise "Neden üzgünsün peki?" Diye sordum. Soruyu sorarken camdan dışarı bakıyordum ve ses tonum beni bile rahatsız etmişti. "Endişeleniyorum, Jocelyn. Daha 14 yaşındaki bir kız çocuğunun en güzel yıllarını terapistlerde, hastane köşelerinde harcıyor olması beni endişelendiriyor. Ya sorunlarını çözemezlerse? Hayatın boyunca bu ilaçlarla yaşayamazsın. Ablamdan kalan en değerli şeyin gözlerimin önünde eriyor olması beni endişelendiriyor."

Keşke daha önce gelseydin o zaman. Bütün bunlar yaşanmadan önce gelseydin, ben bu kadar, senin deyiminle, hastalanmadan önce. Sanki ben bütün bu olanlar için can atıyormuşum gibi konuşuyorsun. Şimdi vicdan yapmanın bir anlamı yok demek istedim, ama diyemedim. Zaten istediğim hiçbir şeyi diyemiyordum. "Yok bişeyim benim. İyileşeceğim, göreceksin." Demekle yetindim. Ama onun için yeterli olmamıştı, çünkü yol boyu ağladı. Bir yandan burnunu çekiyor, bir yandan direksiyonu tutuyordu. Eve geldiğimizde gözleri kıpkırmızıydı, bütün makyajı akmıştı ve yüzü şişmişti. Açıkçası, onun bu halini görmek içimi parçalıyordu. Evden içeri girdiğimizde teyzem elinde tuttuğu kağıtları komidine bıraktı ve salona geçip oturdu. İçeri gittiğinde kağıtları incelemek için bir süre koridorda kaldım. En üstteki kağıtta haftalık terapi programım yazıyordu. Pazar ve pazartesi dışındaki her gün terapim vardı. Okulumla çakışıyor mu diye merak ettim, ama şimdi teyzeme bunu soramayacak kadar halsizdim. Kağıdı elime aldım ve merdivenlere yöneldim. Tam yukarı doğru çıkacakken elinde viski bardağıyla oturan teyzem bana "yarın sabah 9da okulda olacağız. Ona göre uyanırsın olur mu?" Dedi. "Tamam, iyi geceler" diyip gülümsedim. Oda bana gülümsedikten sonra koştur koştur odama gittim, sırt çantamı ve elimde kağıdı bıraktıktan sonra aynı hızla banyoya gittim. Sıcak bir duşa çok ihtiyacım vardı. Üstümdeki her şeyi kirli sepetine fırlattıktan sonra küvete girdim. Sıcak suyu vücudumdaki bütün hücrelerde hissederken hiç kıpırdamadan düşünüyordum. O kadar hayal kırıklığından sonra aklıma gelen ilk şey Avon olmuştu. Adı bile beni heyecanlandırmaya yetiyordu. İlk arkadaşım olduğu için diye düşündüm, ilk erkek arkadaşımdı o benim. Yanında ağladığım ilk insandı. Ve tuhaf bir şekilde, bu beni rahatlatmıştı.

O an, onu ömrümün sonuna kadar seveceğimi bilmiyordum. Tanrı insanları çift yaratmış diyordu bir kitap, daha sonra ruhlarını ikiye bölmüş ve onları ömürleri boyunca eksik taraflarını bulmakla cezalandırmış diyordu. Bazen diyordu, bazen bir ömür ararsınız ama bulamazsınız, bazen de hiç umulmadık bir yerde karşınıza çıkar diyordu. Ben kurabiyeler sayesinde karşılaştım diyordum ben de, bundan 2 sene sonra.

Günün bütün pisliğini attığımı düşündüğümde suyu kapattım ve ayağımın birini küvetin dışına doğru attım. Sonra da diğerini. Bornozuma uzanıp üstüme geçirdikten sonra saç havlusuyla saçımı kuruladım. Kurutma makinesini fişe taktıktan sonra tarağı elime aldım ve saçımı taramaya başladım. Eskisi kadar zor taranmadığını farkettiğimde sevinmiştim. Tarakla işim bittikten sonra yerine koydum ve saçımı kurutma makinesiyle kurutmaya başladım. Saçlarımla işim bittiğindr odama yöneldim ve içeri girip kapıyı kapattım. Baş ucu lambama yöneldim ve onu da yaktıktan sonra perdemi kapattım. Üstümü giyindikten sonra baş ucu lambamı kapattım vekendimi yatağa bıraktım.

Hayat Yeniden Başlar.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin