Kafama takılan soruları hemen sormak istiyordum ama ne der, veya anlatmak ister mi, bilmiyordum. Tam bir şey demek için ağzımı açmıştım ki, kelimeleri ağzıma geri tıktı.
-Söylesene, benim hakkımda bu kadar merak ettiğin şey nedir?
+Iıım, ikizin. Onu nasıl kaybettiğini merak ediyorum. Her konusu açıldığında böyle şeylerin, canı daha çok yanar insanın biliyorum ama..
-İkizim olmaz.
Kafasını bana doğru büyük bir hışımla çevirdiğinde, öfkeden neredeyse ateş saçacak olan gözleri, içindeki kırgınlığı saklamaya çalışıyordu. Bu hali beni hem endişelendirmişti, hem de korkutmuştu. Çok sinirli gözüküyordu ve şuanda en son ihtiyacım olan şey, ilk ve tek arkadaşımı kaybetmekti. Başımı önüme eğdim.
+Özür dilerim. B-ben bu kadar hassas olduğunu bilmiyordum.
-Hassas değilim, Jocelyn. Sadece.. Ben kabullenemiyorum. Yaptığım hatayı kabullenemiyorum. Tek bir kelime, Jocelyn, tek bir kelime etseydim, o burada olacaktı. Dünyaya gelmiş en kötü kardeşim.
Sesi öfkeli, aynı zamanda ağlamaklı geliyordu. Kafamı kaldırıp ona doğru baktım ama bana bakmıyordu.
+Bazen.. İyi insanlar yanlış seçimler yapabilir. Bu seçimler onların kötü olduğu anlamına gelmez, bu onların insan olduğu anlamına gelir.
-Beni doğru düzgün tanımazken nasıl iyi biri olup olmadığıma kanaat getirebiliyosun?
Suratıma doğru baktığında, suratında yine o masum gülümseme vardı. Ben de gülümsedim ve:
+Hissediyorum. Eğer kötü biri olsaydın, ne kadar kötü bir durumda olduğumu gördüğün halde beni buraya getirmezdin. Ayrıca kötü biri olduğunu varsayalım, benim de ruh hastası olduğumu unutma. Birlikte psikopatlaşabiliriz.
Gülümseyerek omzumu onun omzuna yavaşça değdirdim. Daha sonra içten bir kahkaha attığını duydum. Onu gülümsetmek çok hoşuma gitmişti.
-Seninle çok eğleneceğiz, Jocelyn Wylde.
Cümlesinin bitmesiyle kolunu omzuma atması bir oldu. Daha sonra beni kendine, göğsüne doğru çekti. O an, kalbimin beynimde attığını hissediyordum. Sanki bütün kan dolaşımım kafamda toplanmıştı ve bu da doğru düzgün düşünmeme engel oluyordu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bildiğim tek şey ise, kafamı yasladığım bu vücudun yanında kendimi güvende hissettiğimdi. Tıpkı evinize adım attığınızda hissettiğiniz o rahatlama ve mutluluk duygusu gibi, ya da korktuğunuz gecelerde annenizin yanına gittiğinizde bütün korkularınızın uçup gitmesi gibi. Bu duygu, farklıydı. İçimdeki koca boşluğu, bir nevi de olsa azaltan bir duyguydu bu. O an anladım ki, ne kadar dibe battığınızı hissederseniz hissedin, içinizdeki o boşluğu doldurabilmeniz için daima umut vardı.
Uzun bir süre öylece denize baktık. Bu büyüleyici an, telefonumun çalmasıyla uçup gitmişti. Kafamı yasladığım bedenden çekip cebimdeki telefonu çıkarttım. Arayan kişinin teyzemden başkası olmadığını biliyordum. Ayağa kalkıp Avon dan 1-2 adım uzağa gittikten sonra:
+Alo?
-Jocelyn, nerdesin?! Okula geldim ama seni bulamadım!
+Okula neden gittin?
Sorduğum soru karşısında uzun süreli bir sessizlik yaşanmıştı telefonda. Neden cevap vermediğini anlamamıştım. Daha sonra ise sessizliği bozan yine teyzem oldu.
-Nerdesin? Seni almaya geleceğim.
+Sahildeyim ama gelmeni istemiyorum. Beni merak etme, iyiyim ben.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayat Yeniden Başlar.
De TodoO bok çukurunda ölüyorum, ama annem bana kızmıyor! Doğru ya, ben annemi çoktan kaybettim. Annemle birlikte kendimi de kaybettim. Tekrardan başlayabilmem için bir umuda ihtiyacım vardı ve ihtiyacım olan şey, tam karşımda duruyordu, bütün saflığıyla.