Herkese merhaba. Yine biten hikayelerimden birini paylaşmak istedim. Umarım bu hikayemi de seversiniz. Benden yorumlarınızı eksik etmeyiniz. Keyifli okumalar.
...
Zorluklarla geçen yüzyıllar onları yıldırmamıştı. Onlardan güçlü ve onlardan tehlikeli olmaları onları engellemiyordu. İnatçılardı, kararlılardı ve ancak bir delinin olabileceği kadar cesurlardı. Bunlar iyi meziyetler olabilirdi belki ama değildi.
Ejderhaları öldürüyorlardı. En ufak bir çekinceleri olmadan birkaç tanesini birden gönderiyorlar ya da eğer gerçekten gözü karaysa tek başlarına geliyorlardı. Ejderha öldürmek büyük bir onurdu. Sırf bu onuru elde etmek için binlercesini öldürüyorlardı.
İnsanlar...
Onlar en tehlikeli düşmanlardı. Sadece ejderhalarla değil cadılarla, cinlerle, perilerle ve her türlü canlıyla savaşıyorlardı. Hatta kendi türleriyle bile...
Yaşlı cadı, ayakta durmak için bastonuna tutunuyordu. Kambur duran bedeninin üzerinde siyah bir pelerin vardı. Pelerinin kimi yerleri yamalanmıştı ve sırtında bir bohça duruyordu. Ormanın en derin kesimlerine doğru yavaş ama emin adımlarla yürüyordu.
Ormanın ortasında ağaçların çevrelediği masmavi bir gölün yakınına geldiğinde durdu. Ağaçlara doğru başını kaldırdı ve gülümsedi. "Ormanın kalbi burada atıyor" diye fısıldadı. Buruş buruş yüzü normalden de ziyade tuhaf bir şekilde büyülerden kaynaklanıyordu ve onu normal yaşından daha da çirkin gösteriyordu. Ama belki de aslında o kadar da yaşlı değildi. Cadı göle doğru baktı ve sonra ağaçların içine döndü.
Karanlıkta görünmüyordu. Ancak cadı onu görebiliyor gibiydi. Kuru ve çatlak dudakları gülümsemeyle gerildi. "Beni buraya sen çağırdın" dedi yaşlı ve titrek sesiyle. "Şimdi de benden saklanıyor musun? Bu hiç nazik bir hareket değil"
Derin bir sessizlik geldi. Bu öylesine bir şeydi ki ne kuşlar ne hayvanlar ne de bir rüzgâr sesi yoktu. Öylesine bir şeydi ki ölümden önce olsa bile duyulabilecek hiçbir şey yoktu. Bu bir insanı delirtebilirdi belki. Ancak cadının korkusu yoktu. Çünkü ona ihtiyacı olduğunu biliyordu.
Bir homurdanma ve ağaçları yerlerinde oynatacak bir rüzgâr esti. Doğal olamayacak kadar sıcak bir rüzgârdı ayrıca çokta güçlüydü ki yaşlı cadı, bastonunu toprağa gömdü ve ona sıkıca tutundu. Ağaçlar yerinden oynadı sanki ve her şey bir anda panik içinde hareket etti.
O dışarı çıktı.
Simsiyah pullarla kaplı derisi ve dikey gözbebeklerini çevreleyen alev rengi gözleri vardı. Sivri dişleri bir insanı kolaylıkla anında parçalayabilecek kadar keskin ve uzun kuyruğu koca bir köyü anında yerle bir edebilecek kadar güçlüydü.
Cadı bastonunu yere vurdu. Ağzından gülmeye benzer bir ses çıktı ama sonra bu tam bir kahkahaya dönüştü.
Ejderha devasa ayaklarıyla ileri doğru yürüdü ve cadıyla karşı karşıya geldi. Tam dip dibe duruyorlardı. Ejderha devasa başını eğdi. Cadıysa aynı şekilde başını kaldırdı. İkisinin de gözleri birbirine kenetlenmişti. "Benden ne istiyorsun, ejderha?"
Ejderha, başını ve kanatlarını kaldırdı ve gökyüzüne doğru kükredi. Cadı buna karşılık dudaklarını büzdü. "Haklısın" dedi. "Sen ve ben farklı türdeniz. Seni anlamam mümkün değil. Yine de beni çağırdığını hissettim ve buraya geldim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNLEYEN ALEV
FantasyGerçekler görünenin ötesindedir. ... İnleyen Alev 26 Ağustos 2013 yılında kaleme alınmış olup, Facebook da Ezgi Deniz'in Kaleminden sayfasında yayınlanmıştır.