Küçük bodrum dairesinde kendi malzemem ve yeteneğimle sadece kendime özel tasarladığım ayaklı tuval sehpasına yerleştirip mandalladığım henüz temiz olan resim kağıdına beynimdeki karmaşayı yansıtmak için fazlasıyla heyecanlıyım. Pencere ile tuval sehpası arasında isteğimle bıraktığım yaklaşık olarak kol uzunluğundaki mesafe ile ay ışığından yeterli ölçüde faydanlanmak istiyorum. İsteğimin haricinde fazladan parlayan her ışık hüzmesi zihnimin arka odalarında renksiz ve karmakarışık bir şekilde saklanmış görsellerin vaktinden önce aydınlanması demek olur ki bu, şu an karşılaşmak istediğim en son durum. Tarif edemeyeceğim derecede ağır baskılarla dışarı çıkmaya çalışan siyah çizgilerden kurtulabilmem için öfke, aşk, vicdan ve benzeri insani duygulardan geçici süre arınmış saf bir ruha ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Sarımtırak resim kağıdının üzerine, yansıyan ay ışığını istediğim açı ve ölçü ile düşürdükten sonra uygun resim kalemini seçmek için rütubet kokulu duvara doğru ilerliyorum. Tuval sehpasının arkasındaki duvara iki katlı olarak sabitlediğim yaklaşık bir metre uzunluğundaki rafların üst katından, içinde hepsi farklı tonlarda siyah ve kullanılarak farklı boylarda kalan kalemlerin bulunduğu teneke kutuyu elime alıyorum. Soğuk metale temasım ile dikkatimi kutuya yönlendiriyorum ve yarısından çoğu soyulmuş olsada bir zamanlar tamamını sardığı belli olan bezelye resimli kağıt parçasından teneke kutunun esas üretiliş amacını anımsıyorum. Anılar içinde bilinçli olarak kaybolmaktan tiksindiğimi bilmeme rağmen, bir zamanlar tüketiciye en kolay ve pratik şekilde sunulmak üzere doldurulmuş konserve bezelyeyi, bildiğimiz evrenin en saygın canlısı olduğunu kabul ettiğimiz insanoğluna layık bulunmuş ayrıca en çok yakıştırılmış kelimelerden biri olan "tüketici" sıfatımın hakkını vererek tükettiğimi fakat içi boşaldıktan sonra çöp haline gelen teneke kutunun hakkını vermek yerine kendimden başkasına faydası olmasa da yeniden kullanmak üzere sakladığımı fark ederek gereksiz bir gururu omuzlarıma yüklüyorum. İyi bir tüketici fakat çöp biriktiren saçma sapan bir insan olmakla kendimi yargılamayı da ihmal etmiyorum. Neyse ki genel geçer yargılar hiçbir zaman umrumda olmamıştır. Kaldı ki ben yıllardır insanın saygınlığından şüphe etmekte olup insanlığını sorgulayan bir canlıdan öteye gidememiş belki de gitmek istememişimdir. Teneke ve insanlığı yüzleştirerek tüketici karşısında ürüne bir şans verip bir kez daha insalığımı sorguladıktan sonra yavaş adımlarla tuval sehpasının tam karşısında duran ahşap el yapımı tabureye oturdum. Ay ışığından aldığım yardım ile kalemler arasından henüz bilmediğim resmi karalamak için en uygun olduğunu düşündüğüm üzerinde 4B yazan koyu yeşil kurşun kalemi alarak ucunu kontrol ettim. İstediğim şekilde zımpara ile açılmış ve biraz kullanılarak pürüzsüzleştirilmiş kalem ucunun yumuşaklığı karakterimle ters düşse de aklımdaki görseli en doğru tonda şekillendirebileceğim kadar koyu olduğunu biliyorum.
Tercih ettiğim kalemi ön çekmeceye koyarken elimi şövaleye çarpmam sonucu ahşap parçaları birleştirmek için kullandığım çivinin gerektiği gibi gizleyemediğim ucunun parmağımda oluşturduğu yırtık ile sızıntı şeklinde bir kanama oluşuyor. Saniyeler içerisinde gerçekleşen bu kaza, sehpanın ayaklarının oynaması ile resim kağıdının kayması sonucu ayarladığım ışık açısını bozduğu için fazlasıyla gerilmeme sebep olduğu gibi kendi ellerimle yaptığım şövale, amatörce yapıldığını dalga geçercesine yüzüme çarptığını fark ettirerek içimi geçmişime olan öfkeyle dolduruyor. Bu öfke beni zihnimdeki karanlıklar içerisine kaybolmuş ruhumla savaştığım çocukluk yıllarımdan bir anıya sürüklüyor.
○ ○ ○Düzenli yaşamları olan sorumluluk sahibi ebeveynlerin kararlaştırdığı zaman dilimlerinin yaşımın sınırlarına göre dışarda olmamam gereken bir saatinde; üzerimde ince gömlek bacaklarımda bir zamanlar pantolon olduğunu hayalimde gördüğüm kot kumaştan şort, ayağımda ise yıllanmış bir ayakkabıcının kapısının önünde yerde gördüğüm eskimiş kutu yığınları içinde çöp olduğunu düşündüğüm ve hatta değilse bile çöp olduğuna kendimi inandırdığım için aşırdığım dikişleri patlamış burnu soyulmuş kahverengi deri ayakkabılar ile şehrin en işlek ve ışıklı caddesinde gezinerek insanları izlemekteydim. Nasıl oluyorda insanlar bu kadar mutlu görünebiliyorlardı! Yoksa bütün insanlar gerçekten mutlumuydu! Sadece mutlu insanların bu caddeye geldiğini düşündüğüm zamanlar olduğu gibi bu caddeye geldikleri için mutlu olduklarını anladığım zamanlar da oldu. Yazısız şehir kurallarına göre; bu caddede olması gerekenin yani insanların yapması gerekenin şartmış gibi mutlu olmak olduğunu kabul ederek yüzüme belli belirsiz bir tebessüm kondurup, markalı takım elbiselerinin ütü izini bozmamak için elini cebine sokmadan kasıntı bir şekilde yürüyen sahte gülücüklü adamların aksine küçük ellerimi cebimin deliğine kadar sokup fakir ama rahat adımlarımı pahalı adımların arasına zorla sıkıştırıyorum. Ne parke taşları ne de soluduğum hava beni yadırgıyor, diğerleri gibi ücretsiz nefes alışverişimi yapıyor bedel ödemeden yere basabiliyorum. Zaman zaman saçımı karıştıran zaman zaman yüzüme bakıp inceleyen insanlara, bende onları incelediğim için ödeştiğimizi düşünerek aldırmadan caddenin kalabalık meydanına geliyorum. Kendi etrafımda dönerek her gördüğümü anlamlandırmaya çalışırken, etrafında üç beş kişiden oluşan küçük bir kalabalığın toplandığı bank, ne olduğunu tam olarak göremediğim için dikkatimi daha çok çekiyor ve herzaman yaptığım gibi merakımın peşinden giderek kalabalığın arasına sızıyorum. Caddedeki diğer küçük toplulukların aksine, bankta oturan yaşlı amcanın etrafında toplananlar hiç ses çıkarmıyor, herkes pür dikkat elindeki kalemle gözlerini ayırmadığı kağıda estetik el hareketleriyle bıraktığı küçük çizgilere bakıyordu. Bir insan yüzünü sadece renkleri eksik olarak kağıda yansıttığını fark ettiğimde; amca siyah-beyaz kişinin nefes almayan ama bakabilen çizgilerden oluşmuş halinin altına günün tarihini yazıp ve okuyamadığım kısa bir karalama yaptıktan sonra sıkıştırdığı mandalı aralayarak kağıdı çıkardı ve karşısında oturduğunu sonradan fark ettiğim resimde ki yüze benzeyen fakat biraz daha boyanmış hali olan kişiye uzattı. Bayan aksini görmüş olmasına rağmen oldukça şaşkın bir şekilde gülerek mutluluk belirtisini gösterirken yanındaki genç adam elini cüzdanına götürerek bu mutluluğu tek parça kağıt ile satın aldı. Ben ise oradakiler için oldukça normal olan bu alışveriş ortamıyla tamamen bağlantısız bir noktaya kitlenmiş bakıyordum. Az yaşanmış hayatımda ilkkez karşılaştığım geçim kaynağı beni adeta büyülemişti. Kalemlerini toparlarken adama karşı hissettiğim hayranlık biraz sonra, pratik bir şekilde katlanarak iç içe geçen ahşap parçalardan oluşan çanta üzerinde en üst seviyeye yükseldi. Üç ayak üzerinde ve açık çekmeceleri içinde kalemler varken son derece karmaşık bir yapısı olduğunu farkettiğim, bir insana ekmek parası kazandırmak için dimdik duran henüz adını bilmediğim bu aletin işi bittiğinde alçak gönüllülükle küçülerek kolaylıkla taşınabilir boyuta gelmesi çocuk aklımı, huzurlu evinde uyumakta olan yaşıtlarımın yaşayamadığı geleceğimi kurtarabilecek yaratıcılığa sürüklemişti. Zihnimi kemiren karanlık çizgilerin gözlerime saldırıp parmaklarıma süzülmeye çalıştığı o anlarda duyduğum ses ile irkildim.
"Şövale"
Önce adını öğreten yaşlı amca daha sonra çizmeyi öğretecek ve daha da önemlisi kendi şövalemi yapmayı öğretecekti.
○ ○ ○
Parmağımdan sızan kan yolunu tamamlamış fakat öfkem acının sınırları etrafında dolaşmaya devam ediyor. Başarısız çalışmalarımdan her zaman nefret ettiğim için sebep olduğu öfkeyi durduramayacağımı biliyorum. Kendi ellerimle yaptığım ilk şövelemi kaldırıp duvara çarparak parçalamak hakkına sahip olmadığımı bildiğimden farklı yollarla öfkemi yaşamak istiyorum. Beceriksiz oldukları için suçladığım ellerimi cezalandırıyorum ve önce sehpanın ayaklarını sonra ay ışığının açısını ayarlayarak kalemi elime tutuşturuyorum. Güdüsel olarak kalem tercihimden pişman oluyorum ve bir kenara atıp çekmeceden kömürü elime alıp önce siyahın kokusunu hissediyorum sonra resim kağıdına odaklanıyorum. Gerçek olduğuna inanılan tüm sahteliklere kendimi kapatarak kafatasımın içinde yüzen gerçeküstü düşüncelerimi dışarı salıyorum. Dünyanın kabul edemeyeceğine inandığım karanlık çizgilerimi karşımda duran resim kağıdında anlamlandırmaya başlıyorum.
Kömür siyahına boyanmış titrek elimdeki kalemin yere düşmesi ile çıkan yankılı ses, karanlığa bürünmüş gözlerimin açılıp görme yeteneğimi geri kazanmamı sağlıyor. Ruhumda derin bir yorgunluk penceremde ise günün ilk ışıkları geçen zamanı göstermeye çalışıyor. Olduğum yere çöküyorum. Kasılmış vücudumda hissettiğim hiç bir duygu kırıntısı yok, öfke de dahil! Zemini oluşturan soğuk betondaki dizlerim üzerine veriyorum tüm ağırlığımı. İnsan bedeninin ruha yük olduğunu ispatladığım anı yaşarken, dairenin arka köşesinde kalan gölgede ki koltukta oturmakta olan adamın sessiz bekleyişi beynimden dökülen çizgileri yorumlamak için bozuluyor.
" Öfken ne kadar büyük olursa o kadar iyi yansıtıyorsun karanlık ruh halini. Resim kağıdını önce tamamen kömürle siyaha boyaman kısa bir çalışma olacak izlenimi yaratsada üzerinde daha koyu kalemle çizdiğin içe içe geçmiş dairelerin gözbebeğini ve arasındaki kesişmelerin ise kendi çevresinde kıvrılan insanlardan oluşan zincirlere dönüşmesini hayranlıkla izledim. Çizim konusunda böylesine yetenekli olmana rağmen iletişim konusunda bir hayvan kadar yeteneğe sahip olmaman oldukça düşündürücü."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
PÜRREALİST
Aktuelle LiteraturYalnızlıktan korkar mısın? Peki, hiç gerçekten yalnız kaldın mı? Ama korkma, insan zekası yanlız kalmayacak kadar üretkendir. Gerçeklerle çelişip yalnız kalan bir karakterin farkındalık yaratma çabası....