10 - BEYAZ SAÇLAR 📅

126 18 117
                                    

İnsanların bana göre amaçsızca doldurduğu caddelerde, sokaklarda hızlı adımlarla insanlığı yararak dolaşıyor gördüğüm her benzer çocuğa kontrolsüz yetimden dolayı sessizce yaklaşarak korkmalarına sebep olsam da gözleriyle temas kuracak açıyı elde edinceye kadar kendime döndürüyorum yüzlerini. Yağmurun, duygularımı ıslatarak yumuşamasını sağladığı saatlerde karşılaştığım çocuğun oturduğu köşe başından; takip ederek bulduğum ve bulunduğu için minnettar olduğu parke taşlarının şeklini dahi hatırladığım caddedeye kadar heryerde kendimden bir parça bulma ümidimi arar gibi arıyor fakat en ufak bir benzerlik dahi bulamıyorum.

Neredeyse hiç olmadık bir zamanda ve hiç olmayacak bir yerde bile kolaylıkla belki de kendiliğinden, inanmasam da tesadüfen denilen durumla karşıma çıkan bu umut ışığı olabilen çocuğu aynı yerlerde bulmak nasıl bu kadar imkansız bir hal alabiliyor.

Bulunmasının bu kadar imkansız olabileceğini kısacık hayat tecrubesinde nasıl benden daha önce deneyimlemiş ve bu deneyimin sonucunu kendine bir kazanım olarak yerleştirmiş olabiliyor!

Günün dünyayı geceye emanet etmesiyle beraber karanlığa sığınma duygusunu benliğimde ağır bir şekilde hissediyor ve içimdeki kararlılığımı, gerçeklerimin arka odalarının zeminine yüksek hızla düşürüyorum.

Bulamadığım çocuğun; kaybolmuş çocukluğu bulmanın zor olduğunu bildiğinden dolayı, bulunduğu için minnet duyduğunu algıladığım anda, kısa süreli ümit ışığı ile zihnimde aydınlanmakta olan birkaç duygu odası yeniden karanlığa gömülüyor.

Kaybolmak zordur, kayboluyor olmak daha zor. En zoru ise bulunduğunu zannedip yeniden kaybolmak.

En zoru yaşarken; duygusuzluk içinde hiçbir çelişki yaşamadan, gerçekliğin kurallarıyla fiziksel varoluşumu sükunetle sürdürmek varken neden küçük bir ışığın peşinden gitmek için hissettiğim kararlılığın ruhumda tüm ispatlı gerçeklere inanmaktan daha güçlü etkiye sahip olduğunu sorguluyorum.

Herhangi bir cevap ile tatmin olamamanın verdiği huzursuzluk ile tanımadığım ama tablolarımla bana ait olduğunu hissettiğim küçük dört duvar arasındaki yerimi alıyorum. Cevapsızlığın sancısı kıvranmama sebep olduğu için eski koltuğumu şereflendirmediğim gibi sert ve hızlı adımlarımla zemine işkence ediyorum. Dar alanda attığım turlar birkaç adımdan oluşsa da kapalı gözlerimin arkasında kalan zihnimin karanlık, uzun, duvarsız ve sınırsız patika yolunda sayısız adımla kilometrelerce ilerliyorum. Titreyen bacaklarım, kanı çekilmiş parmak uçlarım, beyin tarafından yönetimi unutulmuş sinirlerime isyan başlatmış vaziyette bağımsızca hareket ediyor. Sağa sola sallanan kollar ise nereden emir aldığını bilmeden ellerimi kontrolü altına alarak saçlarımın arasına daldırıyor. Her iki elim kolların desteği ile şakaklarımın üzerinden saçların arasına daldırdığı kanı çekilmiş parmaklara gönderdiği güç ile kıvrılarak tutam tutam saçları kafa derimi terketmeye kaba kuvvetle ikna edip avuç içlerimde toparlayıp saç olma görevlerini sonlandırıyor.

Hissettiğim acı ile açılan gözlerim önce yerinde sabit duran ayaklarımı sonra göğüs hizamda dua edercesine yarı açık ayalarımı fark ediyor. Bir ömürün ölçüsü, beyaz beyaz saçlar olan avuçiçlerimi görüyorum.

Avuçlarım...

Beyaz saçlar....

Yaşımın izdüşümü!

Tıpkı gecelerini benimle geçirip sanatımı önce yere göğe sığdıramayan sonra bir hiç gibi yırtıp atan, varolduğumun farkına vardığını fark ettiğim için umutla bağlandığım kızı olan, tam karşımdaki duvarda kanıyla yaptığım ilk renkli tabloma renk olan, kıskançlık duygumu uyandıran beyaz saçlı adam gibi beyaz saçlarım.

Benim dünyam karanlıkken saçlarım nasıl beyaz olur?

Bir çocuğu bulmak isterken karşılaştığım geçmiş çocukluğumun parmaklarımın arasından akıp giden ölü renkli kalıntıları bir bir yere çarparken çıkardığı ses zihnimin duvarlarına çarparak karanlık odama geri dönüyor. Maruz kaldığım yüksek sesten kendimi koruma çabası ile saçlarımı yolan ellerim ile bu kez kulaklarımı kapatıyorum. Duyduğum anlamsız uğultu zihnime hapsolmuş ruhumun korkmuş gözlerle bir köşeye sığınmasına sebep oluyor. Bedenimle uzlaşabileceği fırsatı bulmak için deliğin çıkışında bekleyen iri kediden saklanan küçük bir fare gibi sinsice içini kemiriyor ruhum.

Kimin kaçacağının kimin saldıracağının belli olmadığı kısa hesaplaşma sürecinde zihnimin yeni oyunu ile diri diri yaktığım genç dostumun görüntüsü düşüyor gözlerimin önüne. Uzun sağlıklı bedeni, şık elbiseleri, kendinden emin konuşmaları, simsiyah saçları ve kendimi bulduğum fazlasıyla tanıdık gözleri ile benzerliğimizi anımsatıyor.

Cevaplayamadığım soruları biriktirdiğim çekmece kapanmaz duruma gelirken yeni sorular bulup getirme hızı artıyor bilincimin.

Neler olduğunu fark etmekte zorlansamda köşede bekleyen ruhumun fare deliğini bulduğunu ve fırlamak için fırsat kolladığını zihnimin verdiği kopyalar ile algılayabiliyorum.

Kimdi bu konuşabilen insanlar?

Neden kendimi gözlerinde buluyordum?

Damarlarından kanını acımasızca akıttığım yaşlı baba!

Gercek bedenini kaplayan şık kıyafetleriyle beraber diri diri yaktığım genç yakışıklı sevgili!

Şimdi neredeler?

Anlık irkilme ile düşüncelerimden uzaklaşarak odayı aydınlatmaya yetmeyen ama titrek bir ışık oluşturabilecek, adı şamdan olmasa da görevini fazlaca iyi yapan eski kulplu çelik bardağa sabitlediğim mumu yakıyorum. Nazlı ışık karşısında gölgelerin birbirine selam verdiği oda da bana benzeyen gözlere ait parçaları ve o parçalarda da kendimi aramaya başlıyorum.

Kan tablosunu oluşturan bedenden hiç kalıntı bulamamış olmam o gün dikkatimi çekmesede şuan da beni öfkelendiriyor. Beklentimiz olmayan hiçbir şey umurumuzda olmuyor. Cansız bedenin olmayışının sebeplerini düşünürken dizlerine serildiğim varoluşumun en güzel farkındalığını hatırladığım an babasının anlamsız et yığınının var ile yok arasında ki farkını nasıl sıfırladığımı tekrar anımsıyorum.

Nadir yaşadığım farkedilmişlik halinin huzurunu bozmadan arayışımı dostumun yanık bağrında sürdürüyorum. Küllerinin çoğuyla oluşturduğum tablo resmi sanat eseri olarak tescillenmese bile dostluğumuzun izlerini taşımaya devam ederek değerli bir eser olarak kendini kabul ettiriyor odamın en karanlık duvarında.

Elimde mum ışığıyla ağır adımlar üzerinde olduğum yerde dolanırlen ayağımın altında hissettiğim küçük sert cisimin hareketi odadaki sessizliği bedenimdeki dengeyi bozuyor. Yavaşca dizlerim üzerine eğiliyorum ve bastığım ayağımı hafifçe yana yatırarak altındaki yuvarlak halkayı elime alıyorum. Yerimden doğrulurken elimden kaymak üzere yuvarlanan halkayı sağlam tutabilmek için parmağıma geçiriyor dimdik ayağa kalkıyorum. En az bir sarrafın hassasiyeti kadar yakından ve ilgiyle bakıyorum mum ışığında rengini seçemediğim soğuk metal halkaya. Bulduğum yer itibariyle yanan dostuma ait bir parça olduğunu tahmin ederek daha çok inceleme telaşına düşüyor ve daha fazla ışığa ihtiyaç duyuyorum. Aklıma gelen en aydınlık yer sokak lambasının altı oluyor ve bir solukta yerimi alarak parmağıma sabitlediğim halkayı çıkartarak baş ve işaret parğım arasında incinebilecek bir canlı gibi hassasiyet göstererek tutup ışığa doğru uzatıyorum. Üzerinde gezdirdiğim parmaklarım sayesinde küllerden temizlenerek maddesini kanıtlamak arzusuyla ışığı üzerinde toplayıp gözlerime yansıtmasıyla elimde altın bir yüzük tuttuğumu anlıyorum. Cismin maddesini ve şeklinin kullanış amacını çözdüğüm vakit ilk aklıma gelen iç kısmına bakmak oluyor. Karanlığa alışkın olmamın gözlerime sağladığı yetkiye dayanarak sokak lambasının şahitliği ile nikah tarihi huzurunda çiftlerin ismini karı-koca ilan ediyorum.

Adımla aynı olan isim, adıyla aynı olan isim!

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 07, 2017 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

PÜRREALİSTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin