YN; Upup! Yeni bölüm geldi taze taze :D Olaylar biraz hızlı gelişiyor gibi oldu ama kitap değilde hikaye tarzında olduğu için normal gibi geliyor bana. İyi okumalar...
- - -
Saat neredeyse 14:00 olmuştu. Biraz sonra dersten çıkacaktık. Bulunduğum sınıfın camları doğrudan okulun bahçesine bakıyordu.
Okulun bahçesini izlerken çıkış zili çaldı ve sınıfın yarısı okulda yangın çıkmış gibi sınıftan dışarı çıktılar. Ben ise sakince çantamı topladım ve yavaşça okulun koridorunda yürümeye başladım. Ortalıkta kimse gözükmüyordu.
Tam okulun kapısından dışarı adımımı atıyordum ki bir el omzuma dokundu. Arkamı dönünce kırmızı gözlü, siyah saçlı, saçlarının uçları mavi olan 1,83 boylarında bir oğlanla karşılaştım. Gözleri kırmızı olsa da bir hastalığı varmış gibi gözükmüyordu.
Bana bakıp "Sen şu Los Angeles'tan gelen kızdın değil mi?" diye sordu.
Kafamı sallayıp onaylayınca elini tokalaşmak için uzatıp gülümseyerek "Burası pek oraya benzemiyor öyle değil mi? Ben Radbourne. Gabriel Radbourne" dedi. Kendini tanıştırma şekli bana James Bond'u anımsatmıştı.
Gülerek "Nesin sen James Bond mu?" diye sordum.
Oğlan gülerek "Ah bu imkansız. Ben ondan daha yakışıklıyım" dedi.
Eh. Fena sayılmazdı. Kendine özgü bir yakışıklılığı ve gülümsemesinin çapkın bir havası vardı. Gülümseyerek "Granger. Carmen Granger" dedim.
"Ne güzel bir isim. Seni bu ülkeye getiren nedir Carmen?" diye sordu.
Daha önce bu soru üzerine çalışmıştım. "Aile meseleleri" diye hızlı bir yalan söyledim.
"Seni Los Angeles'tan Paris'e getirdiyse baya önemli bir mesele olmalı" dedi. Amacı neydi bu çocuğun?
"Ne o Radbourne? Beni nüfüsüna geçirmeyi mi düşünüyorsun?" diye dalga geçtim.
Gabriel gülüp "Bu kadar güzel bir kızı elbette nüfüsüma geçirmek isterdim" dedi.
Çocuk resmen bana kur yapıyordu. Bir yalan uydurup buradan gidebilirdim ama onun oyununa devam etmek istedim. Tam Gabriel bir şey söyleyecekti ki yan tarafımızdan bir öksürük sesi geldi.
Sesin sahibi "Daha ne kadar kapının önünde dikilip yer işgal etmeyi düşünüyorsunuz?" diye sordu.
Kafamı kaldırınca herzamanki gibi bir çift zümrüt yeşili gözle karşılaştım. Gabriel geri çekilip S sınıfına yol verirken ben ise durup gözlerimi Rick'e diktim.
Rick yanımdan geçerken kendi kendine güldü ve kapıdan dışarı çıktı. İnsanlara bu şekilde mi davranıyordu? Her ne kadar bir düşmüş melek olsam bile bu benim için kötü bir davranıştı.
Gabriel'e dönüp "Eee...ne diyordun?" diye sordum.
Gabriel gülümseyip elime bir not kağıdı sıkıştırdı ve "Şey... Üzgünüm ama benim acil bir işim çıktı. Daha sonra görüşürüz güzellik" diyip okulun kapısından çıktı.
Bugün ne kadar da tuhaf bir gündü. Elimdeki kağıdı açıp okumaya başladım. Kağıtta "Bu hafta sonu saat 13:30'da. Ne dersin? Bekleyeceğim" ve altında da bir adres yazıyordu. Kendi kendime gülümseyip "Hızlı çıktı" diye mırıldandım. Gidip gitmeyeceğime karar vermemiştim. Kağıdı çantama atıp metroya doğru yürümeye başladım.
İçimden bir ses yeni hayatımın çok eğlenceli geçeceğini söylüyordu...
- - -
Beğeni sayısı pek fazla olmadığından dolayı bazen kararsız kalıyorum. Yazsam mı acaba diye? Umarım biraz daha yükselir sayı. Çünkü yazmayı çok seviyorum. Herneyse fazla konuşmadan okuduğunuz için teşekkür edip gideyim en iyisi :D Bir sonraki bölümü bitirmem yakındır muhtemelen. Bir sonraki bölüme kadar hoşçakalın! ^_^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümsüz Güzel
RomanceÖlüm... Kulağa en ürkütücü gelen kelimelerden biri. İnsanlar sonlarının gelmesinden, ölümlerinden korkarlar. Kimisi aniden hızlı ve acısız bir ölüm yaşar. Kimisi ise acı verici ve ızdırap içinde ölür. Ama Macey Mccurdy bunların hiçbirini yaşam...