Eğer birisi diğerinin kapısına dayanıp özür cümleleri sıralayacaksa bu Louis olmayacaktı. Bu sefer değildi.
Ve sonunda Louis'nin istediği olduğunda, bu her şey daha kötü bir şekilde gelmişti. İlk önce Harry, kırılan tırnaklarıyla kapısına dikilmiş ve bundan onu sorumlu tutmuştu. Daha doğrusu demişti ki;
"Sevgili Louis, seninle aramızın bozuk olması beni öyle kötü etkiledi ki iki tırnağım ard arda kırıldı. Tanrı bizi seviyor ve barışmamızı istiyor olmalı."
Louis, onu kapının önünde bırakarak ona kahve yapmak üzere mutfağa ilerlemiş ve Harry bunu barışma hediyesi olarak görmüştü. Sonra ise ona dün akşamdan kaçırdığı ufak detayları anlatmıştı.
Dün akşam ki randevusu ise söylediğine göre kayda değer hiçbir şey elde edemediği bir akşam olmuş ve zaten Louis'yle ettiği kavga onu o kadar düşündürmüş ki karşısında adamın ne dediğini dinleyememiş bile.
"Eh, durum böyleydi ama güzel bir yemek yedim ve buna değdi."
Eh, durum böyleydi.
Durum böyle falan değildi aslında. Louis, Harry'den nefret ediyordu. Onu bu kadar kolay affedebildiği ve bir parçasının Harry'ye ihtiyacı olduğunu hissettiği için kendisinden de nefret ediyordu. Üstelik Harry'ye ihtiyacı olan parçası bile ondan kaçarak uzaklaşması gerektiğini yüksek sesle söylüyordu.
Fakat Harry hala karşı koltuğunda oturmuş kahvesini içiyor, Louis ise onu dinliyormuş gibi görünürken kendi içinde duygularıyla savaşıyordu işte.
İnsan ilişkileri gerçekten garipti ve Louis, hiçbir karışık insan ilişkisi içinde yer almak istemiyordu. Yani en azından kendisini inandırdığı şey buydu. Çünkü Harry'ye karşı hissettiği bütün o çekim, -ki bunun tek taraflı olduğu çok belliydi.- insan ilişkilerinin en karmaşık halkasında yer alıyordu.
Üstelik, gerçekten mi yani? Uzun bir süre sonra hissetmediği -hatta buz tuttuğunu sandığı- her şeyi, kendisine bütün o randevularını ve umutsuzca aradığı gerçek aşkını anlatan kişiye mi hissedecekti? Bu kadar mı kötü durumdaydı?
Kesinlikle bu yanılsamadan ibaretti. Demişti ya karşısında ki insan ona tamamiyle yabancıydı ve Louis, kimseden görünüşüne göre hoşlanmazdı.
Üstelik o ve Harry? Değil yan yana gelmek, aynı cümle içerisinde bile komikti.
"Louis? Heyyy, burada mısın? Çok dalgınsın. Bir sorun mu var?"
Louis, kaşlarını çatarak karşısında ki çocuğun neyden bahsettiğini anlamaya çalıştı. Kendisini tamamiyle olduğu ortamdan soyutlamış ve Harry'nin varlığını bile unutmuştu.
"Hayır, sadece yorgunum bilirsin."
"Gitmemi ister misin?"
Harry'nin endişeli bakışlarını, yüzünde ki zayıf gülümsemeyle karşıladı. "Hayır, buna gerek yok." Silkinerek kendisine gelmeye çalıştı. "Ee," birkaç saniye onunla ne hakkında konuşabileceğini düşündü. "Bu akşam ki planın ne?"
"Josh Standall." diye açıkladı Harry. "İş yerinin bir davetinde tanışmıştık. Sanırım ortalıklık kutlaması gibi bir şeydi. Bilirsin, gözleri hep üzerimdeydi ve ilerleyen saatlerde yanıma gelip benimle flörtleşmeye çalıştı ama o kadar utangaçtı ki doğru düzgün konuşamıyordu bile."
Louis, soğumuş kahvesini sehpanın üzerine bırakırken konuştu. "Tatlı görünüyor."
"Evet, öyle. Bu yüzden ona şans veriyorum ya zaten." Harry ayağa kalkarken, Louis gözlerini perdesi açık camından onun üzerine çekmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Somebody Else l.s
FanfictionHarry herkesle çıkıyor, Louis dışında. Louis, kesinlikle aşık değil ama onu başkasıyla düşünmekten nefret ediyor. /Uyarı; Kesinlikle klip fici değil. İçinde Harry'nin olduğu sayamayacağım kadar yan ilişki ve eh başlarda bolca depresif Louis var.