(No.4) Dylan Green

2K 259 68
                                    

"Siktir! Yavaş olsana biraz."

Louis duyduğu tanıdık sesle elindeki telefonun ekranını kilitleyip, oturuşunu biraz daha dikleştirdi.

"Niye? Yan dairende yaşlı bir kadın mı oturuyor? Buna hiç şaşırmam doğrusu. Oturduğun şu apartman, huzurevine benziyor."

Louis, fısıltı tonunda söylenen tam seçemediği kelimeleri duymak için kulağını duvara doğru dayadı. Saniyesinde bunu yaptığı için kötü hissetti ama onu şu an görüp yargılayacak kimse yoktu.

Harry'nin hoş ve yüksek sesli kıkırtısı Louis'nin kulaklarına ulaştı.

"Sahi, sen nereden buldun bu döküntüyü ya."

Harry, 'arkadaşına' cevap vermeden önce içecek bir şeyler teklif etmişti. Evinden götürdüğü şarap şişesinin çoktan dibi gördüğünü düşünmek için gözlerine ihtiyacı yoktu.

"Bu çok komik bir hikaye aslında," Harry, konuştuktan sonra bir kahkaha daha geldi. "Ama oldukça uzun bir hikaye ve sen bunu dinlemek için burada değilsin."

Buradan sonrasının nasıl geliştiğini anlayabilmek için de gözlerine ihtiyacı yoktu. Oluşan sessizliğin sebebinin, işlerin yatak odasına taşınmasından kaynaklandığını anlayabiliyordu.

"Tanrım, burası-" Harry'nin sözlerini bir öksürük krizi kesmişti. "Tanrım! Maaşımın yarısını yatırdığım saç şampuanım şu an çöpe gitti. En son böyle kokan bir yer lise lavabosuydu."

İlk önce balkon kapısı açıldı ve sonra oda içerisinde ki tüm camlar. Evin içerisini dolduran soğuk hava, Louis'nin omuzlarında duran şala biraz daha sarılmasına sebep oldu.

"Ne yapıyorsun sen burada?" Harry, Louis'nin izlediği televizyonun önüne geçtiğinde, Louis bakışlarını hala yanmakta olan sigarasına dikti. "Tanrım, iyice kafayı yedin artık. Kaç saattir sadece burada oturarak sigara içiyorsun sen?"

Harry, hala önünden çekilmediği için bakışlarını sigaranın ucunda tüten duman üzerinde sabit tuttu. Yanına ilerleyip koltuk ve sehpa üzerinde duran paketleri toparladığında bile tepki vermemişti.

Hızla parmaklarının ucundaki son kendisine ait sigarayı da alıp camdan dışarıya doğru fırlattıktan sonra tekli koltuğa oturmuştu.

"Bir şeyler yedin mi?" Louis elini, kaşınan gözlerinde gezdirirken kafasını sallamıştı. "Ne yedin? Tabii ki de hiçbir şey yememişsindir. Sen kendi kendine çamaşır bile yıkayamazsın."

Harry'nin örneği, Louis'nin canını mı acıtmalıydı bilmiyordu. Fakat o cümle ona hiçbir şey anımsatmamıştı.

Geceyle sabahın birleştiği ve Harry'nin vücudunu başka birisininkiyle birleştirdiği saatlerde Louis yatağında huzurlu bir uyku çekmişti. Bunun ona zarar vereceğini düşünmüş ve yarın uyandığında aklından çıkarmak için kendisine yapabileceği birçok iş planı bile yapmıştı. Fakat uyandığında tek hissettiği şey hiçlikten ibaretti.

Hissettiği tüm o tanıdık boşluk onu, kendi sıkıcı ve basit hayatına tekrar geri itmiş ve gözlerini karşısında ki dolap kapağına dikmişken kafasında birçok düşünce vardı. Ve tüm düşünceler aynı yerde birleşiyordu... Her şeyin başladığı yerde.

"Louis, benimle niye konuşmuyorsun?" Harry, tekli koltuğun ucuna doğru kayıp kendisine doğru eğildiğinde, geri çekilmek istemişti. "Bir tanıdığım vardı ve kötü zamanlarında bir tür kriz geçirip sonrasında takıntılı davranışlar sergiliyordu." Harry, tereddüt edercesine duraksadı. "Kriz mi geçirdin?"

Louis, ona bakarken gülmesini engelleyemedi. Aldığı tepkiden dolayı karşısındaki çocuğun yüz hatları yumuşamış, onunda yüzünde bir gülümseme belirtmişti. "Ne kadar saçma değil mi?"

"İyiyim ben." Hasar görmüş ses tellerinden gelen ince ve çatlak sesi umursamadı. Normal zaman da bununla dalga geçebilecek Harry bile bunu umursamamıştı. "Yarım saattir sürekli konuşuyorsun, fırsat bırakmadın."

"Haklısın. Sana geçen yaptığım sebzeli omletten pişirmemi ister misin? Muhteşemdi, değil mi? Geçen gün arkadaşıma da yapmıştım ve benden tarifini alıp yemek bloguna yükledi. Altında benim ismim yazıyor, benimle gurur duymalısın."

On beş dakika içerisinde önüne konmuş, dünyanın en iğrenç yemeği Louis'nin midesini ağzına getiriyordu.

Zayn berbat yemek yapardı ve çoğunlukla yapmazdı bile ama yalnız yaşamanın getirilerinden birisi yemek yapmaya merak salmaktı. Zayn'in bu dönemleri Louis için korkunç geçmişti. Her bulduğu tarifi deniyor ve yemeklerini onunla paylaşmaktan çekinmiyordu.

Bu yüzden Louis, beğenmediği bir şeyi yemek de bayağı başarılıydı. Fakat bu da bir yere kadardı.

"Harry, ben kahvaltı yaptım." Louis, elinde son kozu oynadığında çayın demlenmesini bekleyen Harry, ona gözlerini devirmişti. "Bu yüzden mi bulaşıklar yok?"

Louis, ağzını açmaya kalktığında Harry işaret parmağını havaya kaldırıp olumsuz anlamda sallamıştı. "Bana yalan söylemeye kalkma. Başarılı değil, sadece güvenimi kırmış oluyorsun."

Louis tamamiyle köşeye sıkıştığını hissettiğinde, savunmaya geçmişti. "Pardon da bir de bana takıntılı diyorlar, sen benden bile berbatsın. Üstelik bir de bana yalancı diyorsun, yaptığın suçlamanın ciddiyetinin farkında mısın sen?"

Louis'nin, yüksek sesi ve abartılı hareketleri kendisini odasına kapatana kadar sürmüştü. O berbat bir oyuncuydu, bunu nasıl başardığına dair en ufak bir fikri yoktu. Arkasından şaşkınca bakan Harry'nin yüzüne baksa gülmeye başlayabilirdi.

"Ne var biliyor musun?" Harry arkasından seslendiğinde, Louis onu yatağından çok net duyuyordu. "Hiç konuşmayan halini daha çok sevdim."

Louis, yatağına yatmadan önce ne zaman açıldığının farkında olmadığı camı kapattı. Bir yirmi dakikasını telefonunda saçma sapan uygulamalarla geçirirken, aynı zamanda yan odada, kendi mutfağında, kahvaltısını yapan Harry'nin çıkarttığı sesleri dinliyordu.

Biraz uyumaya karar verdiğinde, telefonda oynadığı oyun çoktan onun sıkılmasına sebep olmuştu.

"Louis, ne var biliyor musun? Biraz büyü artık. Her şeyden kaçarak, sahip olduğun hayattan mutluysan tamam ama uzaktan boka batmış gibi görünüyorsun. En kötü acı bile sahte mutluluktan iyidir veya böyle bir şeydi işte bu söz."

Louis onun dediklerini düşünmemeye çalıştı. Ne yani? Gördüğü şeylerden memnun değilse bu evden dönmemek üzere çıkabilirdi. Louis onsuz da yaşamını devam ettirebilirdi.

Harry, konuşmasına devam ederken önceki acımasız ses tonu yoktu. "Bu arada, dün kapıcı faturaların için geldi ama kapıyı açmamışsın. Halledildiğini bilmeni isterim. İyi günler, Louis."

Louis, onu kapıdan çıkmadan önce yakaladı ve merakının sesine yansımasını engelleyemedi. "Hey, randevuya mı çıkıyorsun?"

"Hayır." diye basitçe açıklamıştı. "Bugün randevuya çıkmam gereken kişiyle dün gece buluşmuştuk."

"Ve?" Louis, merakının onun tarafından anlaşılmamasını umdu.

"Ve..." Harry ona sonsuzluk kadar gelen bir süre boyunca düşünürken, Louis parkeye yasladığı çıplak ayaklarından birini diğerinin üzerine koymuş, sabırsızlıkla bekliyordu.  "Ve sonuç başarısızdı. Bu seni şaşırttı mı?"

Louis sadece omuz silkerek yatağına döndüğünde, Harry de evden çıkmıştı.

ayy artık 'hiçbir şey olmuyor' diye kızmayın bana, bir şeyler olacak ama birkaç şey yerine oturmalı. Eh yirmi bölüm dayandınız -ki buna minnettarım jfdn- iki,üç bölüm daha dayanınn

Somebody Else l.sHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin