Teyzemin, sesiyle uyandım. “Ece, kalk kızım. Saat on buçuk olmuş. Haydi, koş markete git de gel.” Uyuyormuş gibi yaptım. Yorganı, yüzümü örtecek şekilde, üzerime çektim. Bir çift elin, uzun zamandır yıkanmamış, çiçekli yorganıma dokunduğunu hissettim. Teyzemin elleriydi. Kalın ama yumuşak, oğlunu “adam etmek” için kim bilir kaç kere tokatlamıştı o ellerle?
Ben bunları düşünürken, yorganımı üzerimden sinirli bir halde çekmişti. Belliydi, hızlı soluyordu. Gözlerimi araladım. “Uyumak istiyorum, teyze. Bırak beni, lütfen.” Beni yine, o kınayan bakışlarıyla süzdü. “Olmaz, küçük hanım. Haydi, üstünü giyin, alışveriş listesi hazırladım, markete git de gel. Alacakları al. Hadi, benim bir tanecik kızım, hadi uyuyan güzel. Öğlen oldu!”
Öğlen mi? “Hani saat daha on buçuktu?” Söylediği sözlerin dengesizliğini fark etmişti ama artık çok geçti. Ağzından anlayamadığım, kendini savunma sözleri geveledi. Ah tanrım, neden? Diye geçirdim aklımdan. Yüzümü yıkadım. Hemen, uyumsuz renklerde, saçma sapan şeyler geçirdim üzerime –bir tişört, bir eşofman. Beni uyandırmaya kıyamayan (!) teyzemin elindeki bir miktar parayı ve alışveriş listesini alıp, evden çıktım.
Yoldaydım. Biraz yürüdükten sonra, markete vardım. Alacaklarımı koymak için bir de alışveriş arabası aldım. Teyzemin uzun, kabarık alışveriş listesine bakarken ne, nerede araştırıyordum. Kim yiyecekti bu kadar şeyi? Evde zaten üç kişiydik. Teyzemin üniversiteye giden, evde ayrı bir devlet kurmuş gibi yaşayan, oğlunu sayarsak, dört kişiydik. Bir an, teyzemin her zaman söylediği sözler kulağımda çınladı. “Cem’i biliyorsun Ece, iştahı var. Enişten desen, kendini aşmış. Bende az çok atıştırıyorum. E, sende yiyorsun. Hepimize anca (!) yetiyor bunlar.” Bunları düşünürken, içim geçmiş, dalmışım. Hemencecik, alacaklarımı arabaya tıktım. Alışveriş arabası sağa doğru çevirdim. Kasaya gidiyordum.
Bir an markette, satılmayı bekleyen, güzel bir kolye gözüme ilişti. “Ah!” Gözlerimi, kolyeden alıp, gözlerimi bana sinirli bir şekilde bakan yakışıklı çocuğa çevirdim. Yakışıklı mı? Daha neler!? Çocuk dikkatle, baştan aşağıya beni süzdü. Böyle beni süzmesinden ve bana bakmasından rahatsız olmuştum. Ağzımdan bir tek şey çıktı. “Neye bakıyorsun sen?” Çocuk mavi, buğulu gözlerini, gözlerime dikerek; “Bana arabayla çarptın. Bir özür dilemek bile yok, öyle mi? İnsanlık da kalmadı, kimsede!” Bunu duyunca iyice delirdim. “Küstah şey seni! Sen bana çarptın, bir kere!”
Elini sarı saçlarına götürdü. Seksi, gamzelerini ortaya çıkaracak kadar gülümsedi. Ben onun büyüsündeyken (!) o konuşmaya devam ediyordu. “Tamam, özür dilerim. Oldu mu? Hey? Dinliyor musun beni?” Onun “Hey!” demesiyle, girdiğim büyüden kurtuldum. O an, aklıma gelen ilk şeyi söyledim. “Oldu.” Güldü. Yine o gamzeleri ortaya çıkmıştı. O gamzelere dokunmak istedim. Dokunmak mı? Oh, tanrım hayır! Onun sesiyle irkildim. “Şey, acaba geçmeme izin verecek misin? Yoksa orada öylece durup, beni mi seyredeceksin?” Ne küstah biriydi bu –yakışıklı– çocuk!
Kızarmıştım.
Belli etmemeye çalıştım.
“Çok küstahsınız. Ben a-arkanızda duran, muhteşem kolyelere bakıyordum.” Bu sefer ciddi bir şekilde bana bakıyordu. “Muhteşem olan ben miyim, yoksa kolyeler mi?”
Kızarmıştım.
Yine.
Elini gözümün takıldığı kolyeye götürdü. Kolyeyi yerinden alarak, ambalajını açtı. Kolyeyi çıkardı ve tek kaşını kaldırarak kolyeyi bana doğru uzattı. “Benden sana muhteşem (!) bir hediye.” Alışveriş arabası ve gofretlerin olduğu raf arasında kalan küçücük boşluktan yan yan giderek geçti.
Kolyeyi boynuma koyduğu sırada, bir şeylerin ters gittiğinden emindim. Bir yabancının bana kolye takmasına izin veriyordum. Bit an içimdeki aksi, ters, huysuz Ece kontrolü ele geçirdi. Alışveriş arabasını çok hızlı bir biçimde ileri doğru ittim. Kolye boğazımda kalmıştı.
Kızarmıştım.
Berk’le olan iliştim bittikten sonra, hiç bu kadar sinirli olmamıştım. Daha doğrusu, içimdeki Ece o günlerden sonra bir daha kontrolü devralmamıştı.
Arkamdaki yakışıklı bana şaşkınlıkla bakıyordu. Mavi, eşsiz gözleri buğulandı.
Yine.
“Özür dilerim, ben sadece…” Sözünü keserek, “Bir şey yok. Ben... Gitmeliyim. Görüşürüz.” Kolyeyi, ne yapacağımı bilemediğim için, alelacele cebime tıkıp, uzun zamandır yapmak istediğim şeyi yaptım; kasaya doğru gittim. Arabadakileri boşaltıp, kasiyerin işlemini yapmasını bekledim. Hala bana baktığının, beni süzdüğünün farkındaydım. Onun bana baktığını bildiğim her an, daha da kızarıyordum. Neyse ki, kasiyer çok hızlı hareketlerle gerekli–gereksiz bütün aldıklarımı kasadan geçirdi. Ben de onları poşete koydum.
Eve vardığımda, saat on biri çeyrek geçiyordu. Teyzem bana endişe, telaş ve öfke karışımı bir duyguyla bakıyordu. Odama çıkmak için merdivenlere doğru yöneldiğimde, “Ece, yavrum, nerelerdesin sen? Çok merak ettim seni. Öldüm meraktan.” Teyzeme baktım. Koyu yeşil gözlerinde, hala endişe ve öfke vardı. Ama en çok da endişe. “Buradayım canım teyzem. Ayşe Sultan’ım benim! Beni de düşünürmüş! Kıyamam sana ben!”
Teyzem tatmin olmamıştı. Daha fazla bilgi istediği kesindi. Ona olanları anlatamayacağım için, ufak, ufacık, beyaz bir yalan uydurdum. “Birkaç malzemeyi bulamadım. O yüzden, oldu Ayşe Sultan’ım.” Teyzem inanmıştı bu sefer.
Nihayet.
Gözlerinde güven ve inanma vardı. Bir an bile olsa vicdan azabı duydum. “Bana her şeyi anlatabilirsin Ece’cim,” diyordu ama ben hiçbir zaman ona gerçeği –yani tam olarak gerçeği– anlatmadım. Anlatamadım daha doğrusu.
Teyzemin gözlerindeki, inancı, ışığı, güveni ve yaklaşık on beş önce olanları yanımda götürerek, sessizce, odama geçtim.
Umarım beğenirsiniz!! Ben daha yeni katıldım. Yazı yazmayı çok seviyorum ve okumayı da!! Arkadaşımın önerisiyle, boş sayfalara değil de, buraya yazmaya karar verdim. İLK denemem!!! (Burada) UMUYORUM BEĞENİRSİNİZ:* YORUMLARINIZI BEKLİYORUM!!! EN KISA ZAMANDA YENİ BÖLÜÜM!!!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece ve Gündüz
RomanceSiz, hiç asla birlikte olamayacağınız, biriyle tanıştınız mı? Gece, aşkı gündüze ne kadar uzaksa, onlar da birbirine o kadar uzaktı. Ama karşılaştılar. Hepsi kader denen o, "illetin" onlara oynadığı bir oyundu. Birbirlerini her şeyden, herkesten d...