Odaya girdiğim anda, kapıyı kapatıp, kilitledim. İlk defa. Kendimi yatağa atıp, düşünmeye başladım –o’nu. Acaba bir tesadüf müydü? Neden bir kadına değil de o’na çarpmıştım? Neden, tanrım, neden? Diye geçirdim aklımdan. Neden ben? Kendimi bunun “gerçekten” bir tesadüf olduğuna inanmaya zorladım (!). Ama olmuyordu. Beni, ona çeken bir şeyler vardı. Anlayamadığım.
Bunları düşünürken, uykuya dalmışım. Rüyamda, “o” vardı. Marketteki! Yeşil, lacivert ve siyah çizgileri olan –ona çok yakışan– bir gömlek giymişti. Altına da, siyah bir pantolon… Ayağında da, gömleğinin renginde –yani koyu yeşil– bir bağcıklı ayakkabı vardı. Bense, kırmızı mini bir elbise giyiyordum. Yabancı, elini bana uzatıyordu. Ben tam geri dönüp, gidecekken, beni kolumdan kavrıyor, kendine doğru çekiyordu. Ben geri çekilmeye uğraşıyordum (!). Ama fayda etmiyordu. En sonunda kollarımı bırakıyor ve “Seni seviyorum,” diyerek şu ana kadar sadece –bir kere– Berk’in öptüğü dudaklarımı, öpüyordu.
Önce biraz naz yapsam da, en sonunda ben de onun öpücüklerine karşılık verdim. Ağzımın içinde gülüyordu. Çok seksiydi. Kapının –sertçe– çalınmasıyla, yabancıyla öpüşmemiz yarıda kesildi. Gözlerimi aralayıp, kendime gelmeye çalıştım. Yataktan doğrulup, kapıyı açtım. Gelen, Cem’di. Teyzemin benden iki–üç yaş büyük oğlu. Bana bakıyordu. Şaşkınlıkla. Bende ona. “Selam.” Dedi, alçak bir sesle. Kapıyı iyice açıp, gelmesi için işaret ettim. İşareti anlamıştı. İçeri geldi. Gülmemek için kendini zor tuttuğu belliydi. Bende ne olduğunu kavramak için ona tek kaşımı kaldırdım. “Çok güzel gözüküyorsun,” dedi. Dalga geçtiği kesindi ama bir şeyler öğrenmek için, sorular sordum. “Başına ne düştü senin? Âşık mı oldun, nedir? Sen söylemezdin öyle, ‘çok güzelsin’ falan, filan. Hayırdır?” Daha fazla kendini tutamamıştı. Öyle bir kahkaha attı ki, teyzem yukarıda bir şey olduğunu sandı. Ne vardı ki halimde? Biliyordum, ben ne kadar sorsam, o, o kadar cevap vermeyecekti. En iyisi, gidip, aynaya bakmaktı. Cem ve onun abartılı kahkahalarını orada öylece, bırakıp, odadan çıktım. Doğruca banyoya giderek, aynaya baktım. Bayılmak üzereydim resmen! Kimdi bu, aynadaki? “Gerçek” Ece olmadığı kesindi. Cem yanıma gelip, küstahlığını devam ettirdi. “Bu saçlar, yeni bir akım, yeni bir moda yaratacak Ececim.” Bunları söylerken aşırı derecede fazla ve gereksiz gülüyordu. “Evet, saçlarım şu an öcü gibi gözükse de, hala çok tatlı ve güzelim.” Ne oluyordu bana? Cem’in iğrenç espri yeteneği (!) bana da mı bulaşmıştı? Oh, olamaz! Hayır, hayır, hayır! Cem gülmeyi kesip, “Evet Prenses, hala çok seksisin!” dedi.
Kızarmıştım.
Utanmıştım.
Bu kadar ilgi ve iltifat fazlaydı bir gün için. Cem’i –yine– yalnız bırakıp, kendi odama gittim. On beş dakika önce gördüğüm rüyaya kaldığım yerden devam etmek istiyordum. Bunun için, odamı kilitledim ve kendimi yatağa attım. Gözlerini sıkıca kapattım, kapattım.
Ama olmadı.
“O” rüyaya devam edebilmek her şeyimi verirdim. Net ve kesin olarak.
Ertesi sabah, erkenden kalktım. Hayır, istekli bir biçimde değil, okul olduğu için. Üzerime hızlıca, okul üniformalarımı giydim ve saçlarımı at kuyruğu yaparak, topladım. Birkaç tel çıkan saçlarımı tel tokayla tutturduktan sonra, çantama gerekli derslerin eşyalarını doldurdum ve çantamı omzuma alıp, odadan çıktım.
Teyzem, o sırada, Cem’i uyandırıyordu. Uyandırmaya uğraşıyordu desem, daha iyi olacak, sanırım. Aşağıya inip, ayakkabılarımı giyerken, eniştemi gördüm. Elinde gazetesiyle bana bakarak, gülümsüyordu. Ben de ona en tatlı gülümsememle karşılık verdim. Babam öldüğünden beri, bana gerçek bir “baba” gibi davranıyordu. Onu çok seviyordum. Dünyalar kadar.
Sertçe ve hoyratça, aşağıya inen birinin ayak seslerini duydum. Cem’di. Kim olacaktı ki başka? Yine okuldaki, “kızların sevgilisi Cem” tipini ve tavrını takınmıştı. Okuldaki kızlara göre bu çok, güzeldi. Ama bize göre, umursamaz, vurdumduymaz, öküz Cem. Yanıma gelip, ayakkabılarını giydi. Bağcıklarını hızlıca bağladı. Çantasını yerden alıp, benim koluma –öküzce bir hızla– girerek, beni kapıdan dışarı çıkarttı.
Yoldayken, herkes bize bakıyordu. Çünkü Cem Beyefendi, yüksek, kalın ve sert konuşmasıyla herkesin ilgisini çekiyordu. Bizi dinlemek istiyorlardı bir bakıma. Fark ettirmeden. Biz fark ediyorduk, tabii ki. Kol kola, bütün yol boyunca, beraber “kardeş kardeş” yürüdük. Bir süre sonra okula geldik.
BU BÖLÜMÜN KISA OLDUĞUNUN FARKINDAYIM. BİLEREK YAPTIM! :) BİRAZ HEYECANLANIN DİYE:) UMARIM BEĞENİRSİNİZ! :) YORUMLARINIZ İÇİN ŞİMDİDEN TEŞEKKÜR EDERİM:) İYİ EĞLENCELER!
Not: EN KISA ZAMANDA YENİ BÖLÜM GELECEKTİR. (YENİ BÖLÜM UZUN OLACAK, SÖZ!:)
-DemetEkin98♥
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece ve Gündüz
Storie d'amoreSiz, hiç asla birlikte olamayacağınız, biriyle tanıştınız mı? Gece, aşkı gündüze ne kadar uzaksa, onlar da birbirine o kadar uzaktı. Ama karşılaştılar. Hepsi kader denen o, "illetin" onlara oynadığı bir oyundu. Birbirlerini her şeyden, herkesten d...