Gözlerindeki Masumiyet

163 10 0
                                    

Size inanamıyorum bu kadar az günde bu kadar ilgi olacağını beklemiyordum hele ki daha önce neredeyse hiç yazma deneyimim bulunmasa daa <3 Çoook teşekkürler! :D Voteler ve yorumlar artarsa çok sevinirimm :)

Alnından terler süzülüyordu. Çaresizliğin ve endişenin bütünleştiği bakışları, koyu mavi gözlerindeki masumiyeti öne çıkarıyordu. Hala şaşkındık, ikimizde öyleydik.

“Önemli değil, gerçekten. Ardaların diğer çocuklara yaptıklarının yanında hiç kalır.”

Yalan söylüyordum. Bu işte iyi değildim. Aynı zamanda bu olay hiç de “hiçlik” bir olay değildi. Bunu bana nasıl yapardı? Bunu içimden düşünürken söylerken bile sesim titremişti. Ayrıca bu yalan benim kendimi daha iyi hissetmeme yardımcı olmuyordu.

“Ardaların diğer çocuklara yaptığının yanında bir şey değil. Fakat sen neden hala buradasın? Neden onlarla gitmedin?”

Koyu mavi gözlerini gözlerime sabitledi ve derin bir nefes çekti.

“Ben… Ben ne kadar onlar gibi görünsem de, asla onlar gibi olamam. Ben farklıyım. Kimse beni değiştiremez, ben böyleyim. Hep de böyleydim. Benliğini kaybetmiş bir insan, insan değildir. O yapay, işe yaramaz bir makinedir. Ayrıca seni önemsiyorum ve sana zarar verdiğim için kendimden utanıyorum. Ben gerçekten özür dilerim.”

“Olmuş bitmiş bir şey hakkında keşke demenin manası yok.”

“Haklısın.”

Keskin ve soğuk bir sessizlik oldu. Sürekli ellerini ovuşturuyordu. Ellerinin titremesini engellemek için yaptığı çok belliydi.

“Hemen benimle geliyorsun.”

“Nereye?”

“Soru sorma.”

Motosikletine doğru beni yaralı olmayan kolumdan hızlıca ama sakince tutarak çekti ve bindirdi. Elleri en az benimki kadar soğuktu. Elleri genelde sıcaktı oysa kitaplarımı düşürdüğümde hissetmiştim elini. Beyaz, cılız ellerimi sanki bir beysbol eldiveniyle kavrıyormuş gibiydi. Büyük elleri benim minik ellerimi yutmuştu sanki. Siyah parlak kaskını başına geçirdi. Çizmelerine son bir kere bakıp aracı çalıştırdı. Ben ne olduğunu anlamadan onun gaz pedalına basmış, yolların altını üstüne getirmişti bile.

“Yavaşlar mısın? Ayrıca nereye gidiyoruz, söyler misin?”

“Sabret.”

Kocaman beyaz renkte lüks bir villanın önünde durmuştuk. Evin terasları, evin yanında minik çekmeceler gibi duruyordu. Yolları düzenli, taşlı ve tertemizdi. Çok işlemeli ve emek verilmiş, hoş bir evdi. Evin bahçesi dev gibiydi. Çimler yemyeşildi, kokusu buradan burnuma giriyor; muhteşem bir huzurla kaplıyordu vücudumu. Ağaçlar yeni meyve vermişti, rengârenk muhteşem bir manzara yaratıyordu. Çitleri ev gibi bembeyazdı ve tüm evi sarıyordu. Her şeyiyle göz kamaştırıyordu ev. Bir servete mal olmalıydı.

“Burası son durak. İniyoruz tatlı şey.”

Beni evin sahibi miydi, Barış? Nasıl böyle bir eve sahip olmuştu? Daha onun hakkında bilmediğim neler vardı? Aklımdan geçen bir ton soruya rağmen onun tek düşündüğü ben gibiydim. Bu istemeden yüzümde küçük bir tebessüm yaratmıştı.

Eve sürükledi beni. Devasa ve işlemeli kapısına hayranlıkla bakıyordum, o anahtarı cebinden bulmaya çalışıyordu. Kilidi açabilince evin kapısını hışımla itti ve beni banyoya götürdü. Banyoları tertemiz ve genişti. Dolaptan birkaç ilaç ve sargı bezi alıp koluma pansuman yaptı.

“Gerek yoktu… Ben…”

“Bak yaptığımın ne kadar aptalca olduğunun farkındayım ama bunu telafi edeceğim. Sana söz veriyorum. Eğer yapmasaydım Ardalar beni doğduğuma pişman ederlerdi. Ne kadar üzgün olduğumu tahmin bile edemezdi.”

“Anlıyorum ama neden ben? Yani bu kadar uğraştın, pansuman yaptın.”

“Sana değer veriyorum çünkü.”

Kulaklarım çınlıyordu. Ellerim buz kesilmişti. Midemden koyu ve yoğun bir yanma hissi; beni alıp uçuruyordu. Karnımdaki kelebekler bana kanatlarını ödünç vermişti. Gökyüzüne kadar, uzaya kadar gidiyordum belki. Sadece uçuyordum. Beni istediği yere götürüyordu. Sesimi çıkarmadan onu izliyordum. Onun kollarına bırakmıştım özgürlüğümü.

İstemeden gülümsedim ve ona baktım. Koyu mavi gözleri bu sefer utangaçlıkla karışık masumiyetle bakıyordu. Belki de sadece masumiyeti gözlerinde taşıyordu. Ona bu kadar yakın ama bir o kadar da uzaktı. Afallamıştı ne

“Şey, ben… Yani aslında… Demek istediğim…”

“Ben de seni önemsiyorum. Tekrardan teşekkürler. Ayrıca bil ki affedildin. Bir daha beni üzersen bilemeyeceğim.”

Gözleri parlıyordu. Koyu mavi gözlerinin masumiyeti, bu sefer umutla karışmıştı. Gülümsedi.

“Hatırlıyor musun? Bana ‘Ben böyleyim hep böyleydim’ demiştin. Peki sen nesin, kimsin? Bana senin hakkındaki her şeyi anlat.”

“Efendim?” şaşkınlık ifadesi vardı suratında. Belki ben de ona hep bunu veriyordum, onun bana soğuk ellerimi vermesi gibi.

Ne demiştim ben? Gözleri yine gözlerimle ebelemece oynuyordu. Mavilik bana kara denizleri hatırlatıyordu, vahşi ve güçlü. Bu bana her geçen dakika güç veriyordu. Kolumun acısını bile geçirmişti. Acı yerini tatlı bir huzura bırakmıştı.

“Anlat işte, bilmek istiyorum. Seni… Seni merak ediyorum.”

“Ancak senin de bana hakkındaki her şeyi anlatman şartıyla, kabul ediyorum.”

“İyi anlaşma, Barış Bey.”

“Katılıyorum Mira Hanım. Başlayalım o zaman…”

Kar BeyazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin