İKİ

16.6K 1K 162
                                    

bölümler giderek heyecanlanacak ;)

keyifli okumalar...


**


Zehra o gece pek rahat bir uyku uyuyamamıştı. Huzursuzdu. Huzursuzluğunun nedenini adı gibi bilse de umarsızca ötelemeye ve buzdan dağlarının ardına süpürmeye çalışıyordu bilmiş yanını. Ve bu eylem zihninde kalan cılız gücü emiyor, kalbini yoruyordu sanki. Artık mutsuzluğunu insanlardan gizleyemeyecek kadar yorgun hissediyordu kendini genç kız. Bazen. Biraz. Sık sık...

İşe de bu karamsarlıkla gitti. İlk günün heyecanını üzerinden soyunmuş ikinci günün bezginliğinden elbise yapmıştı yüzüne. Semih sıkmıyordu genç kızın canını. Hatta iş yerindeki eğlencesi bile olabilirdi bu adam. En azından tek düze bir şef değil oldukça gıcık bir şef olarak genç kızın sinirlerini zinde tutup başka şeyler düşünmesine fırsat vermeyerek bir bakıma faydalı bile olabilirdi. Çünkü Zehra artık düşünmek istemiyordu. Son iki senedir düşüncelerinden kaygı, endişe ve umutsuzlukla yoğrulmuş ummanlar biriktirmişti şehirlerinde. Umursamazlığının maskesi bile yüzünden yavaşça kayar olmuş ve altındaki üzgün suratlı palyaçonun yüzü kenardan sırıtmaya başlamıştı. Hayır, Zehra böyle bir kız değildi! Güçlü, gücünü ve hüznünü gülümsemelerine sığdıran bir kızdı o. Hayata meydan okuyuşuydu onun neşesi. Üzerine yapışan acıları, yaraların kabuklarını silkeleyişiydi onun saçmalamaları.

Yine bir sabahın ilk dakikalarını odasının tavanını seyrederken kendini yaşadıklarına karşı motive edip, duruşunu sağlamlaştırmak için telkin ederek geçirdi genç kız. Gündüzleri, kalabalıkta, insanların içinde yalandan gülümsemek kolaydı da gece yastığa başını koyduğunda savunmasız kalıyordu insan sakladığı tüm o kaygı bulutlarına karşı. Sağanak olup yağıyordu biriktirdiği her şey sanki şehirlerinin tepesine. Kalbindeki o sızı sessizlikte çoğalan bir çınlama gibi büyüyor ve nefes almasına engel olacak bir yumru gibi boğazına oturuyordu her gece.

Kuruyan damağında, boğazına yapışan o yumruyu itekler gibi yavaşça yutkunan Zehra " Hadi bismillah!" diyerekten yataktan kalktı. Başını iki yana sallayıp sanki aklındaki tüm olumsuz düşünceleri savuşturur gibi yaptı. " HasbunAllah ve nimel vekil..." diye mırıldanıp yüzünü ovuşturdu. Gönlünü teselli edebilen en güzel makama sığındı. Olmazları olduran, olacakları hayra çeviren, olmuşların üzerine sabır yağdıran ve Zehra'nın kalbine değen ne varsa önce gizleyen sonra özenle onaran makama... Hamdolsun...

Zehra uyuşuk adımlarla mutfağa geçti. Elif'in geceden genç kıza kahvaltıya inmesi için yaptığı tembihler aklına gelince omuzlarını şımarıkça silkti. Su ısıtıcıya kahve yapmak için su koydu. Dolaptan kaşar peyniri ve tost ekmeği çıkartıp tost hazırladı. Yanına biraz domates doğrayıp siyah zeytin de koydu tabağa. Gayet yeterli görünüyordu kahvaltısı. Çatı katının geniş balkonuna çıkmak için yöneldiğinde sandalyeye iliştirilmiş tülbendini de kafasına geçirdi özensizce. Sabahın serinliğinde, günün tazelik taşıyan çiçek kokulu havasını içine çekerken acele etmeden etraftaki yeşillikleri dalgınca seyrederek kahvaltısını yaptı. Zaten erken uyanmıştı. Çok da sağlıklı uyuduğu söylenemezdi. Bütün gece rüyasında aşina olduğu o tanıdık kâbuslarla boğuşmuştu.

Derin bir nefes aldı. Bir gün daha ömrünün kapısına dayanmış ve acele ile gitmek için sırasını beklemeye başlamıştı. Sonunda kalıcı olmayan ayaküstü bir misafiri uğurlar gibi onu da uğurlayacaktı akşama.

Yine her zamanki gibi Elif'in niye kahvaltıya gelmedin sitemleri ile evden çıkmaya çabaladı Zehra. Ömer Hattab çığlık çığlığa annesini çağırmasa çok uzardı bu sitemkâr konuşma. Teşekkürler Ömer Hattab!

Ballı KaymakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin