ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: MÜTTEFİK

28 5 6
                                    

PART I


Adımları ıslak zemine tüm ağırlığı ile darbesini savurduktan sonra göğe başını kaldırmış olarak yere damlalar bırakmaya devam ederek koşmayı sürdürüyordu. Henüz aydınlığın, karanlığın son demleri olduğunu bildiren sessizliği hakimdi gökte. Üzerinde hiçbir teknolojik alet yoktu. Kulaklarına yağan yağmurların ısıttığı kanının gürültüsüne senkronize olmuş çağlayanın sesi doluyordu.

Zihninde dolanan hiçbir şey yoktu. Sanki avını avlamak için koşan bir hayvan gibiydi. Saf güdüyle kasılıp gevşiyordu lifleri. Bakır kızılı, üç numara saçları ıpıslak olmuştu. Turunu üç bin iki yüz yirmi üç dediği zaman bitirdi. Olduğu yerde durup kendini çimenlerin üzerine bıraktı. Sabahın çiğini karşılayacaktı orada. Üzerinde sadece kısa bir şortu vardı ve ayazın ardında bıraktığı soğukla üşüyordu. Ama bu umrunda değildi, zira şu an tamamen doğasında olanın vuku bulduğu saatlerdi, üşümek de kaslarının yanması da ona başarının ikramı gibi geliyordu. Uzun zamandır yaptığı gibi sadece yaptığı şeyi yapıyordu. Tüm boyutlarıyla yaptığının tüm boyutlarını yaşıyordu. Ciğerine çektiği soğuk hava ile ile yukarıya doğru yükselen göğsünden ve hırıltılı nefesinden başka anını dolduran bir renk yoktu gecenin son deminde.

***

Güneş, başını koltuğun arkasına dayayıp gözlerini tavanda, klimanın sıcak nefesiyle havalanan örümcek ağlarına dikti. En uçtaki koltuğuna oturmuş bekliyordu. Gözü kısaca bir metronun ilerleme haritasına uğradı ve ardından tekrar havalanan ağın üzerine döndü.

Bakmısızlıktan orada olduğunu düşünürdü birçok insan o ödümcek ağı hakkında. Bu konuda birçok insanın aksinde düşünüyordu Güneş. Bakımsızlığın parmaklarından sızan bir durum değildi o örümcek ağı. Olması gereken o örümcek ağını tavanında taşıyan metroydu. İkisinden biri yok olana değin.

Gözlerini bir kez daha haritaya çevirdiği zaman ayağa kalktı. Üzerindeki ince yağmurluğun etekleri istasyona indiği zaman yürüyüşüyle iki yana açılmıştı. Adımlarını yavaşlatmadan yürümeye devam etti.

Beynini saran sinir ağı, metrodaki örümcek ağları gibi titreşiyordu asansörde yükselirken. O ağlar hakkında ufacık bir fikri olacak insan bile, tüylerindeki ürperme ile burun kenarları iğrenme emaresi olarak kıvrılırdı ve o ağların orada olmaması gerektiğini düşünürdü. Ama yaşam o ağları orada mümkün kılmıştı. Yaşananlarla kurulmuştu ağlar. Düşünceler ile yeni yollar ören sinapslar suçlanamazdı. Suçlanacak yaşananlarda değildi. Olması gerekenler yaşananlardı ama o yaşananlar sonucunda bugün dalgalanan o ağlarda suçlanacak değillerdi.

Üzerindeki, buz bakışları hissederek odasına doğru yürümeden önce mutfağa doğru yöneldi Güneş,

sırtındaki çanta omuzlarına büyük bir baskı uyguluyordu. Aldığı büyük cam bardağa koyu renk, demli bir çay doldurdu. Buz bakışların sırtına düşüp parçalandığını bilerek odasına doğru yürümeye başladı bu sefer. Masasına elindeki çayı koyduğu zaman, odasının kapısı içeride iki kişiyi bırakarak örtülmüştü.

Güneş sırt çantasını masanın üzerine bıraktıktan sonra üzerindeki ince yağmurluğu acele etmeden çıkarttı ve arkadaki askısına astı. Kendisini izleyen bakışlar masanın önündeki koltuklarda oturuyordu.

Koltuğuna oturduktan sonra gözleri birbirlerini buldu. Bahadır, masanın önündeki koltuğa iyice yayılmış, tek bacağını diğer bacağının üzerine bırakmış elinde tüten sigarası ile oturuyordu. Bakışları birbirinden kopmadan elindeki sigarasını dudakları arasına koyup gözlerini hafifçe kısarak uzun bir nefes soludu sigarasından. İhtiyacı olan sanki havada dolanıp duranlar değilmişçesine özlemle şişirdi ciğerlerini.

DEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin