DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

14 4 0
                                    


Sıkı bir bandaj sarsak, doğru ilaçları kullansak da yara orada duruyordur. Kapatmak ve gizlemek onu sadece diğerleri için yok kılar. Derin bakmayan ve görmeye değer görmeyenler için.

Elindeki çay dolu kupa,, parmaklarını ısıtıyorken gözleri sokak lambalarının aydınlattığı boş caddeye çevrilmiş pencerenin önünde dikiliyordu Güneş. Kimse yoktu çevresinde. Saat gece yarısını geçmişti. Sokakta da kimse yoktu. Bandajı sıyırmış yarasına dalmıştı gözleri. Yalnızlığı her gece bitmek tükenmek bilmeden koyu kül tabakasının altından kızıl ışıklarını yansıtıyordu Güneş'in bomboş evinin penceresinin önünde dikilen, zihninin odaları birbiri içine kurulmuş ve birbiri içine yıkılmış olan kadına.

Kaybıyla göğüs kafesinin ortasındaki kemiğin sol kısmında bir gedik oluşmuştu. Tohum Güneş sustukça, anlatmadıkça içine atılanları besin bellemiş kendine ve büyümüştü. Hacmen çok çok küçük bir boşluk olarak kalsa da yoğunlaşmıştı. Hatta öyle bir yoğunlaşmıştı ki Güneş içine atmayı bırakıp haykırmaya karar verdiği zaman çığlığını salmamıştı ses telleri arasından dışarıya. Ne varsa içine çekmeye başlamıştı küçük gedik.

İşte o gedik bir tek geceleri, yalnızlık Güneş'in beline güçlü kollarını sardığı vakit içinden birkaç şeyi sızdırırdı Güneş'e. Nemli gözlerle öylece boşluğa dalardı Güneş'in gözleri de.

Yoktu ailesi Güneş'in. Bir Zeren vardı, yetimhanenin soğuk ve rutubetli odalarında yalnızlığını bertaraf eden, birisine ait olduğunu hissettiği tek arkadaşı. Çocukluğunun neşeli oyunları, koşuşturmaları; gençliğinin bunalımları, isyanları, sorgulamaları... Her şeyde sırtını yasladığı bir duvar olmuştu Zeren ona. Kimsesi olamayan iki kişiydiler, birbirlerinin her şeyi olmuştular.

Ama hayat sadece verdiği tek kişi olan Zeren'i bile almıştı ondan. Kaybıyla eksilmişti yüreğinden bir parça, sustukça yoğunlaşmıştı. Şimdi tüm acılarının içinde hapsolduğu ve benliğini zehirlediği bir kara delik olmuştu o gedik.

Hayat tek bir bahar sunmuştu ona. Zeren'i. Güneş son iki ay çekip gittiği için Zeren'den, içinde renk bırakmayan kara deliği en çok pişmanlıkla büyütmüştü. Çünkü ilk Güneş yalnız bırakmıştı Zeren'i. Bile isteye. Sonrasında Zeren'e geri döndüğü gün, zihnindeki taşların artık tamamen oturduğuna karar verdiği gün o taşların altında kalmıştı benliği. Gözünün önünde bırakmıştı Zeren onu. Yüzünde kurumuş gözyaşları kurumuş, çizgi çizgi uzamış yüzünde ve her çizgi gömülürken tenine gülümsemişti Zeren. Sonra gözlerini yummuş, sıcak kahve bakışlarını çekmişti dünyadan. Üşüyen, buz bağlayan Güneş olmuştu. O buz kütlesi savrulmuştu kalbinin ekseni boyunca. Çekebildiği ne varsa yanında çekip karartmış Güneş'in özünü.

Güneş ilk aylarda hiç ağlamamıştı. Eski ve ucuz bir otel odasına yerleşmiş, hiç dışarı çıkmamış, karanlığını bırakmamış, sadece susmuştu. İçine büküldükçe bükülmüş, çatırtısıyla kaybetmeşti benliğinin parçalarını. Sonunda Deniz kapısını kırıp girmişti içeri. Güneş başını kaldırıp Deniz'in yüzüne bakmıştı. İkisinin donuk bakışları usulca uzanıp değmişti birbirine. İkisi de hissetmemişti bu dokunuşu. Soğukta uzun süre kalan iki insanın birbirlerinin parmak uçlarına dokunmaları gibi olmuştu bu.

Güneş sıcak çayından koca bir yudumu dilindeki yanmaya aldırmadan boğazından yollarken başını tavana kaldırıp arkadaki masasında bulunan sarı küçük lambasının arkasından vuran ışığının tavana yaydığı gölgeye baktı. Kendi gölgesine ve gözlerini kapatıp zihnine vuran gölgelere baktı. Şimdi Deniz'le o bakışların tutuşturduğu bir yangını gömmüşlerdi yaralarının arasındaki boşluğa. Usul usul yanan ve bitmesi mümkün olmayan bir yangını taşıyorlardı.

DEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin