~ part 1~

446 7 1
                                    

Askerlik görevimi Kosova'da yaptım. Ekim ayının başlarında askeriyenin mutfağından sürekli eşyalar çalındığını fark ettik. Hiçbir şekilde yiyecek, içecek eksilmiyor sadece kazanlar ve kepçeler çalınıyordu. Ulan kim ne yapıyor bunları diye düşünmeye başladık. Askerliğini yapan bilir, koca kazanı askeriyeye elini kolunu sallayarak girip alıp çıkamazsın. Askerler çaldı desek alıp götüne sokacak halleri yok diye düşündük. Sonra mutfakta nöbet tutulmasına karar verildi. İlk 3 gece bir şey olmadı. Sonunda 4. gece yani 17 Ekim gecesi 3-5 arası nöbete beni yazdılar. Sabaha karşı 3 amk. Ortalık ayazdan kırılıyor. Kosova burası her yer dağ taş derken mutfağa girdim, sinirle oturdum masalardan birine. Köşede kafayı da duvara yasladım, ha uyudum ha uyuyacağım. Bari iyice soteye gireyim de komutan gelirse beni uyurken görmeden ben toparlanırım dedim. Soğuktan uyunmuyor amına koyduğumun yerinde. Tencereler, kazanlar, kepçeleri sayıyorum can sıkıntısından derken dizime ufak çakıl taşı fırlattı birisi. Etrafta kimse yok, arkamda ve sağımda duvar var, önüm zaten mutfağın içine bakıyor. Bir tek giriş sol tarafımda var orada da kimse yok derken bu sefer ikinci bir taş geldi omzuma. Dedim piçin birisi beni taciz ediyor. Mutfak askeriyenin içinde, dışarıdan siviller taş atamaz, kimsenin de içeri sızıp bana taş atmaya götü yemez. Dedim kesin bizim koğuştakiler taşşağa sarıyor derken, kafama bir taş daha geldi. O ara silaha sarıldım. Dışarı çıkıp kontrol edeyim dedim ama nöbet yerini de terk edemiyorum. Kafamda senaryolar kuruyorum. Kesin ben dışarı çıkınca mutafa girip kazanları çalacaklar diye. Komutan götümü siker yeminle. Önce içeride biri var mı diye kolaçan ettim ışıkları yakıp. Sonra dışarı çıkmadan nöbetteki askerlere bağırdım giriş kapısından. Askerin esas nöbet yeri bizim yukarımızda kalıyordu. O oradan her şeyi görüyor diye bağır bağıra sorayım dedim ama piç nöbet yerinde uyuya kalmış. Duymuyor beni. Etrafta kimse yok, sürekli taş atıyor birileri ama kim atıyor göremiyorum. Duvarın arkasına saklandım, taş gelmesin diye. İçeri biri girse silahla ensesini yaracağım orospu çocuğunun. Durmadan caydırıcı ateş gibi sürekli kapılara pencerelere taş fırlatıyorlar. Sinirden uyarı ateşi açacağım ama Kosova'dayız NATO birliği dibimizde komutan özellikle emretti bir uyarı ateşi açsam günlerce onun hesabını veririm. Komutan götümden kan alır diye götümde yemiyor ateş açmaya ama taşların ardı arkası kesilmedi. En son bir tencere kapağını siper edip dışarı çıkayım dedim. O kadar sinirliyim ki bulsam yatırıp sikeceğim orospu çocuğunu diye içimden geçiriyorum. Taşlardan birini aldım elime. Önce etrafı kolaçan edip sonra nöbetçiye yaklaşıp taş atıp piçi uyandıracaktım. O arada mutfağa koşup hırsızları kıstıracağım diye plan yaptım. Önce tencere kapağını aldım. Kapak zaten bir metre eninde neredeyse zırh gibi kalkmıyor yerinden. Elime de bir taş aldım fırlatabileceğim kadar. Benim dışarı adımımı atmamla taş kesildi. Dedim korktu kaçtı piçler. Yemekhanenin ışıklarını açık bırakıp, nöbetçinin yerine koştum. Arada 50 metre yok. Çakılı fırlattım uyansın diye. Uyanmadı. Bağırıyorum duymuyor. Ortalığa da sis çökmeye başladı. Saat zaten 4.30 a geliyordu. Yani 30 dakika sonra nöbet devri var zaten taşı atanlarda korktu kaçtı diye düşünüp mutfağa döndüm. Işığını açık bıraktığım yemekhanenin ışıkları kapalıydı. önce nöbeti devredeceğim asker gelip ışıkları söndürdü galiba diye düşündüm. Şimdi beni yerimde bulamayıp komutana bilgi verir, nöbet yerini terkten ceza alırız diye tırsıp mutfağa koştum. Bu sefer mutfaktan sesler geliyordu. Ortalığa 5 dakikada öyle pis bir sis çöktü ki, yemekhanenin kapısını göremiyorum. İçeriden sesler geliyor. Heh dedim şimdi kıstırdım hırsızı deyip kapının hemen ağzında geldim. 30 cm önümü göremeyecek vaziyetteyim, içeri dalıp ışıkları yakacağım. Sonra büyük ihtimal silahı görünce teslim olur diye düşündüm. En kötü saldırmaya kalkarsa uyarı ateşi ederim sorarlarsa zorunda kaldım derim diye düşündüm. İçeri dalıp ışıkları yakmak için şarteli kaldırmamla şartellerin atması bir oldu. İçerde gürültü var, biri tencerelerle kazanları birbirine vuruyor, yemekhanede resmen kulak patlatacak gürültü var. Bir koğuş asker götünü yırtsa o kadar ses çıkmaz. Bu sefer karanlıkta tencerelerin oradan biri taş atmaya başladı. Yemekhaneye koşacağız diye siperlik aldığım tencere kapağını da uyuklayan nöbetçinin orada bırakmıştım. İçeriden öle bir taş geliyor ki suratıma, ileri adım atamıyorum. Hemen geri çıktım kapı ağzına silahı içeri doğrultum, vurma emrim var teslim olmazsan ateş açarım diye bağırdım. O an ki adrenalin öyle lanet bir şey ki, bir türlü dikkatimi toparlayamıyorum. Ulan ya NATO askerleri piçlik yapıyorsa herifler Türkçede bilmiyor şimdi bir tanesini vurup başımıza bela almayalım diye düşünüyorum. Kazanların olduğu yerle kapı arasında o kadar mesafe varken piç öyle bir taş atıyor ki silaha çarpıyor taşlar. Dedim en azından nöbet değişimine 10 dakika kaldı. 10 dakika daha mutfakta tutarsam iki kişi bunun amına koyarız dedim. Ben bağırıyorum teslim ol diye, o taş atıyor. Yemekhanede kıyamet kopuyor, 50 metre ötedeki nöbetçi uyuyor amk. Dedim yarın seni şikayet etmeyenin götünü siksinler. Bir ara ses kesildi. Pencereler yerden iki metre ve insan geçecek kadar geniş değil. Tek çıkış yolu benim tuttuğum kapı. Dedim taşı bitti Herhalde. İçeri daldığım anda bir şey ile burun buruna geldim. Daha doğrusu bir şey ile çarpışacak gibi oldum. O an silah patladı ani hareketle. Yüzünü göremiyordum öyle bir şey hayatımda görmedim. Hala anlatırken sesim ve ellerim titrer saçmalarsam kusura bakmayın. Ben resmen göğüs kısmına bile gelemiyordum yan yanayken. Yüzüne bakamadım içerisi puslu göz gözü görmüyor. Silah patladığında anca acayip bir ses duydum. Geri doğru kaçtı o devasa şey o ara. Tam şoktayım, içeri nöbeti devralacak arkadaş girdi, şarteli kaldırması ile ışık yandı, ışık yandığında ikinci bir kere şok oldum. Ortalık savaştan çıkmış gibi darma dağın, duvarlarda kırmızı ve siyah yazılmış acayip şekiller ve farsça yazılar... Yerler çakıl tanesi, tencereler kullanılmaz hale gelecek gibi yamulmuş. Sanki içeride fırtına kopmuş, bir tabur asker kavga etmiş gibiydi. Az önce yanmayan ışıkların şimdi yanması ayrı bir olaydı. Silah sesini duyunca komutan hemen koştu. Sonradan söylediklerine göre benim o an şuurum kapanmış, rengi atmış. Revire almışlar kaskatı kesilmişim saatlerce. Birlikten Hataylı bir arkadaşı çağırdık. Önce yazıları Arapça sandık. Arapça bildiği için, ilk önce onu çağırdık ama okuyamadığını, Farsçaya benzediğini söyleyerek birlik dışından tanıdığı bir çevirmeni çağırdı. Bu arada kendime geldiğimde komutana olanları anlattım. Önce psikoloğa yolladılar. O ara Farsça bilen çocuk gelmiş. Duvarda sadece bir kelimeyi okuyabildiğini söyledi. Diğerlerini okuyamıyormuş. okuyabildiği tek kelime ise "ÇAĞIR" demekmiş. İsterseniz Priştine'de Türk bir hocam var çağırayım o okur dedi. Neyse yemekhaneye dokunmadık komutanın emriyle. Birkaç gün sonra hoca geldi, ne yaptılar ettilerse hocayı kapıdan sokamadık dediler. Ben buraya girmem demiş yazıları okuduktan sonra. Kim sebep verdiyse çağırın gelsin demiş. Komutan odasına çağırdı, hoca bir koltukta oturuyordu. Geç evladım karşıma dedi geçtim oturdum. Komutandan rica etti yalnız kalmayı ben o ara tırstım, ceza alacağım diye bekliyorum. Nöbet yerimi terk ettim diye. Kafamı toparlayamıyorum, olan bitene bir anlam vermeye çalışıyorum. Neyse komutan çıkınca hoca başladı konuşmaya sen ne yaptın dedi, neden çıkmasına izin vermedin dedi. Benim o an jeton düştü zaten. Ben birini mi öldürdüm dedim. Hayır ama musallat aldın dedi. Komutanından rica ettim Kosova'yı terk edeceksin dedi. İznin gelene kadar bende kalacaksın dedi. Komutan hepsine izin vermiş. Sonradan öğrendim, ben revirde olduğum sürece iki kere askeriyede yangın çıkmış geceleri. Nöbet tutanlara taş atılıyormuş sürekli. Hoca beni aradıklarını söylemiş benimle gelsin, yoksa başınıza dert olur demiş. Komutanda siktir etmiş. Neyse hoca gece olmadan seni eve götürelim Davut ile tanıştıracağım dedi. Sana görünürler artık, Davut'u tanıman gerekli dedi. Komutanı çağırdı, komutan beni siktir etmeye dünden razıymış zaten. Neyse apar topar çıktık. Gittik hocaya. Saat 7 gibi hava iyice karardı. Akşam ezanı falan okundu. Bana şortunun üzerine pantolon giy. Davut gelir şimdi dedi, toparlan dedi. Cünüpsen abdest al çık dedi. Üzerimi giyip toparlandım. Ne olur ne olmaz diye boy abdestini aldım. O ara kapı çaldı. Hocanın anlattığına göre hırsız bir cini kendime musallat etmişim. Ama ben Davut'u normal insan sanıyordum. Onun da cin olduğunu kapıdan girer girmez anladım. çok uzundu, üzerinde koyun derisinden yapılmış bir parka vardı. Ölü hayvan gibi kokuyordu ama vücudunun tamamı kaplı olduğu için neye benzediğini göremedim. Gözlerinin orası karartıdan ibaretti. Hocanın söylediğine göre Davut Müslüman bir cinmiş. Hoca ile zaman zaman yan yana gelip sohbet yaparlarmış. Sen Davut'la konuşmayacaksın dedi, zaten Farsçamı ne olduğunu bilmediğim bir dil konuşuyorlardı. Hayatım da hiç bu kadar korkmamıştım. Hoca olanları Davut'a anlatacağım diyerek saatlerce konuştu. Tartıştılar sonunda hoca bana dönüp anlatmaya başladı. Beni arıyorlarmış. Aralarından birini yaralamışım. Müslüman değilmiş, yakalayıp öldürecekler diyordu. Hoca bana Davut sen Kosova'dan kaçana kadar burada bekleyecek dedi. Davutların kabilesi ile düşmanlarmış zaten, aralarında husumet varmış. İnsanlara musallat olmayı seven cinlerdenmiş. O ara komutandan telefon geldi hocaya 4 gün sonra Türkiye'ye dönebilecekmişim. 4 gün çıkmadan Davut ile burada kalacaksın dedi. O ara Davut içeri girip namaz kılmaya başladı. Yaşadıklarıma inanamıyordum. Hayatımda hiç bu kadar aklımı kaçırmaya ramak kaldığını hatırlamıyorum. Davut namaz kılmak için içeri odaya geçtiğinde hocayla kısaca konuştuk. Bu kısımları atlayacağım çünkü hayal meyal hatırlıyorum. Şoktaydım. Bir cinle aynı evi paylaşıyordum. Bu arada bu hikayemi anlattıklarım hep neye benzediğini sorar. Ayakları kalın ve sanki komple nasırla kaplıydı. Parmakları biçimsizdi ve üç tane parmağı vardı ayağında. Tırnakları yoktu. Üzerindekiler yüzünden mi yoksa kendi özelliğimi bilmiyorum ama ölü hayvan gibi kokuyordu. Ellerini ve yüzünü asla görmedim. Hoca sakın Davut ile konuşmaya kalkma dedi, belli adap ve usulleri varmış yoksa musallat olur dost iken düşman kazanırsın dedi. Normalde Davut perşembeyi cumaya bağlayan geceleri hocanın yanına gelip sabaha kadar okurlar ve sohbet ederlermiş. Yer yer hocadan erzak alır hoca ya da gaipten bilgi verip gidermiş. Hoca hiç evlenmemiş, Davut ise evliymiş. Nerede nasıl yaşadığını asla anlatmazmış ama düşmanı çokmuş. Bir süre sonra hoca namaza kalkınca bende camdan dışarı bakmaya başladım. Zaten ne olduysa o ara olmaya başladı... Beni normal olarak gece boyu uyku tutmadı, ne olduğunu ne ile karşı karşıya olduğumu anlamaya çalışıyordum. Neden bunlar başıma geldi diye düşünüyordum. Sanki rüya görüyordum, gerçek dışı onca şey oluyordu ki, karabasanlı bir rüya gibiydi. Böyle camdan boş Kosova dağlarına bakarken bir anda içeriden sanki boğazına bıçağı sapladığınızda kurbanlık öküzden bir son nefes çıkar ya, işte öle bir hırıltı ve bağırtı duyuyor gibiydim, bir anda hoca bağıra bağıra dua okumaya başladı. O an Davut'tan az önce bahsettiğim hırıltı geliyordu. Elim ayağım boşaldı korkudan. Artık akıl sağlığımı oynatmak üzereyken hoca geldiler diye bağırdı, beni geri çekip perdeyi örttü. Mutfağa koşup ekmek aldı, sonra bir bakır tasa su koyup ekmekleri içine atıp Davut'a verdi. Davut'tan tarif edilemeyecek bir hırıltı çıkıyordu. Sanki o kadar sinirlenmişti ki tam bağıracakken biri onu gırtlaklıyor gibiydi. Davut ekmekleri alıp üzerlerine Farsça bir şeyler söyleye söyleye dışarı çıktı. Hocam ne oluyor diye bir açıklama yapsın diye yalvarırken, hoca bana "Abdestli misin?" diye sordu. Sonra elime bir dua verdi ve bunu devamlı oku dedi. Boynuma muska tarzı bir şey taktı. Hoca hemen içeri az önce namaza durdukları odaya koşup, beni divana oturttu, başparmağı ile alnıma bastırıp bir şeyler okumaya başladı. Hayatımda ilk defa korkudan ağladığımı hatırlıyorum. Namaza durulan oda da pencere yoktu. Bizim az önce bulunduğumuz odanın penceresi bir taş ile kırıldı. Biri uzaktan taş atıp camı kırmıştı. Ben korkudan hocanın bana verdiklerini bile okuyamıyordum. Nutkum tutuldu konuşmayı bile beceremez hale geldim. Hoca bizim oturduğumuz odanın önüne Davut'a verdiği bakır tasta ıslattığı ekmeklerden koydu. Birileri hayvanlar gibi kapıya vurmaya başladı, o an resmen içeri taş yağdırmaya başladılar, ne var ne yoksa içeride ki her şeyi parçalamaya çalışıyorlardı sanki. Hocam diyebildim sadece. Bana sus dedi. Ne oluyor hocam kurban olayım neler oluyor böyle diye yalvarmaya başlamıştım. Hoca bana seni almaya geldiler dedi. O an Davut içeri girdi. Bizim odaya geldi. Hoca ile kavga eder gibi konuşuyorlardı. Davut'u evin etrafına ekmek bırakırken görmüşler. Okunmuş ıslak ekmeğe yanaşamıyorlarmış. Davut içeri gelemesinler diye ekmek koyarken görmüşler. Beni öldürecekler demiş hocaya. Normalde Müslüman olmayan cinler ile Müslüman olanlar arasında zaten bir husumet varmış. Birde insan ile iletişime geçip yardım ediyor ise yakıyorlarmış evini. Dönersem beni yakalayıp yakacaklar demiş hocaya. Ya beni verecekler ya da Davut'u yakacaklar. Ben o an olanları kavrayamıyordum. Olaylar sona erince anlatıldı hepsi. O konuşmaların ardından Davut tekrar çıktı dışarı. Biz köyün dışındaydık, hoca Davut gelebilsin diye derme çatma ev yapmıştı. İnsanların yoğun olduğu yere gelemiyor diye köy dışına yapmış evini. Hocaya askeri arayalım dedim. Kimsenin gücü yetmez bunlara dedi. O ara çığlıklar duyulmaya başladı. Hayatımda hiç bu kadar kasvetli çığlıklar duymamıştım. Davut köye koşup bir koç kaçırmış, sonra bunu parçalayarak kanını üzerine dökmüş. Müslüman olmayan cinler koç kanından nefret ederlermiş, yaklaşamazlarmış. Davut bunu üzerine sürüp Müslüman olmayan beni almaya gelenler ile kavgaya tutuşmuş. Çığlıklar öyle laneti öyle kasvetli ve rahatsız ediciydi ki, hocanın ağladığını gördüm. O an işte tamamen kendimden geçtim. Tek güvencem bana destek veren gücün ne kadar korktuğunu hissediyordum. O lanet çığlıkları dakikalarca duyduktan sonra, sabah ezanı saati gelince hoca cama koşup ezan okumaya başladı. O an çığlıklar bıçak gibi kesildi. Birkaç dakika sonra Davut geldi. Sabah ağarana kadar hocayla tartışır gibi konuştular. Davut bu gece gelip burayı yakacaklar, geri dönersem beni de öldürecekler demiş. Birkaç saat önce 3 cin gelmişler ama akşam yüzlercesi gelir dedi. Burayı gerekirse tüm köyü yakacaklar dedi. Sabaha kadar hoca okumaya devam etti. Hocayla dışarı çıktılar ekmekleri toplamak için. Hocanın dediğine göre ekmekleri toplayıp uzağa gömmek gerekirmiş. Cinler ekmeğin olduğu yeri ev sanıp oraya giderlermiş. Hava ağarınca hep birlikte dışarı çıkıp kıvırcık tarlasının bittiği yere ekmekleri gömdük. Hoca evde bir muska yazmıştı bunu da buraya gömdü. Bu arada ben hala askeriyede iştimalarda var gözüküyordum. Komutan o kadar korkmuş ki, beni birlikte gösteriyormuş. Yani burada ölsem cesedimi bulamazlardı. Hocam şimdi ne olacak diye sordum. Eve dönemeyiz dedi. Davut yüzünden şehre de inemiyorduk. Sultan tepesine çıkıp bir mağarada saklanalım diye düşündük. Yardım istemek için Türk birliklerinin bulunduğu askeri alana gittik, amacımız bir araba alıp Sırbistan'a geçmekti. Özellikle Sırp askerlerinin yaptığı bir kıyım vardı Kosova'da. Hâlâ tacizlerini sürdürürler Kosovalılara. NATO askerleri olmasa tüyü bitmemiş yetimin hakkını bile gasp ederler. Ama hocanın bir tanıdığı varmış. Sırbistan ile Kosova Priştine sınırlarına yakın yerlerde bu tür olayların çok sık olduğunu sonradan anladım. Hocanın bahsettiği yakını, karısı lohusa dönemindeyken bir al karısı yakalamış zamanında. Karısına musallatken yakalamış. O da derin bir hoca diyorlardı hep hakkında. Sırbistan da Rus'u, Sırp'ı, Makedon'u hep bu hocaya koşarmış derdi olduğunda. O yardım eder anca dedi. Askeriyeye gidip araç bulmaya karar verdik. Önce Davut'u sultan tepesinde gizledik. Sonra askeriyeye döndük. Komutandan araç tahsis etmek zor olmadı. O benden daha çok korkmuş haldeydi. Sırbistan'a gidip gelene kadar uçuşa yetişmem imkânsızdı. Burada kalsam gece katledilecektim. Uçuşu iptal etmekten başka şansım yoktu. Devletin askeriydim. Kafama göre araba ile ülkeyi terk etsem kaçak gözükeceğim. Elim kolum bağlı bir şekilde Sırbistan'a kaçmaktan başka bir çarem olmadı. Aklımdaki sayısız sorudan sonra Davut'u almak için sultan tepesine gittik. Davut'un arabaya sığması imkânsızdı. Zaten gündüz olduğu için biz geceden ne kadar korkuyorsak o da gündüzden o kadar korkuyordu. Sığındığı yerden çıkamadı. Hoca ile konuştular, o gece gelir yolunu bulur dedi. Biz yola koyulduk ama Davutsuz da tamamen savunmasızdık ama asıl sorun Sırbistan sınırından içeri sızabilmekti. Her yer Türkiye sınırı gibi yolgeçen hanı değil. Hele Kosova - Sırbistan sınırı NATO tarafından korunuyordu. Araç ile bir yere kadar gidecektik sonra, hocanın tanıdığı bizi alacaktı. Askeriyede hoca tanıdığını aramış durumu anlatmış. Yalvar yakar kabul etmiş yardım etmeyi. Gittiğimizde al karısı yanındaydı, hayatımda ki üst üste en büyük diğer bir şoku yaşadım. Aslında ben onun al karısı olduğunu sonradan öğrendim. İlk başta hocanın karısı sanmıştım. Yolda öğrendim al karısı olduğunu. Üstü başı pasaklıydı. Saçları kıpkırmızı normal insan gibiydi ama dişleri yoktu. Sonradan anladık dişlerini söktüklerinin. Al karısı geceleri insanları rahatsız ediyormuş. Tırnaklarını kemiriyormuş yeni doğmuş bebeklerin. Birde kaşık çalma huyu varmış. Sakinleştirmek için kaşık veriyorlarmış buna. Neyse al karısını hep yanında gezdiriyormuş. Al karısı elini neye sürse bereketi artar ve beladan korurmuş. O yüzden bu tip durumlarda yanından ayırmazmış. Birde cinlerin bazıları al karısına yaklaşmazmış. Onu da arabada hoca konuşurken öğrendik. Yani Davut gelse de aralarında sorun çıkacaktı. Neyse kazasız belasız Sırbistan'a kaçabildik. Hocanın türbeye çevrilmiş evine girdik. Akşam 9 gibi hocanın evine vardık. Evi iki katlıydı, sağda solda boynuzlar, duvarlar dışkı ile sıvanmış içeride ağır bir koku vardı. Önce al karısını zincirle bağladı odasına. Resmen bir hayvanmış gibi muamele yapıyordu. Evin tam ortasında tandır gibi bir şey vardı. İçindeki alevi hala yanıyordu. Isınmak için etrafına dolandık. Çok geçmeden hoca konuyu anlattı yine. Bu sefer Türkçe konuşulduğu için çok iyi anlamıştım olayın asıl boyutlarını. Hoca öncelikle tasvir istedi. Cinden cine değişir dedi ama biz görmemiştik önceki gece gelenleri, Davut çıkmıştı dışarı, biz hocaya Davut'un geleceğini söyleyince al karısı huysuzlandı. Hoca getirmeyin buraya dedi. İçeri giremez dedi, dışarıda bir kulübe gibi bir şey vardı odunları yığdığı. Gelirse oraya geçsin dedi. Sonra hoca bana olayı anlattırdı. Bende anlattım. O an içinde bulunduğum durumda bana kolunu kes dese kesecek vaziyetteydim. Ne sorduysa söyledim. Hoca duvar yazılarını ve geçen geceki olayı duyunca zaten ifrit cin işi bu dedi. Anlattığına göre cin soylarının en tehlikelisiymiş. Hastalık ve ölüm verebilirlermiş. İnsanları en çok rahatsız eden musallat olan cinlermiş. Peygamber miraca çıkarken toplanıp peygamberi de yakmak istemişler. En lanetli cinlere bulaşmışsın sen dedi bana. İfrit cinler insanlar ile anlaşmaya yanaşmaz dedi. Kabilelerini öğrenip konuşup anlaşmak lazım yoksa sana rahat vermezler dedi ama bu da imkânsız dedi.

Korku hikayeleri & bilgiler & paranormal olaylarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin