~ PART 2 ~

405 6 1
                                    

Eğer gelirlerle seni öldürmeden gitmezler, konuşamayız, bizim onlara gitmemiz gerek. Kabileyi bulursak al karısı ya da Davut'u yollar ara yol yapmaya çalışırız dedi. Hoca bana bunları anlatırken dışarıdan bir at sesi duyuldu. Cama koştuk. Bilmiyorum hayatınızda paranormal aktivite yaşayan var mı ama Allah kimseye iki ayağının üzerinde yürüyen at görmeyi nasip etmesin. Cinler kılıktan kılığa girer. Özellikle ifrit cinleri bu konuda başarılıdır ama bu ifrit olmadığından at kılığına girse bile başarılı olamamış. Gözlerinden belliydi. İnsan gibi iki ayağının üzerinde yürüyüp acayip bir şekilde hırlıyordu. Hoca yalnız geldiğine göre Davut bu dedi. Eve yaklaşamıyordu al karısından dolayı. Hoca ben çıkar konuşurum dedi. Davut olması için dua etmeye başlamıştım. O ara artık cinlerle iç içe yaşayanları anlıyordum. Zararlısı olduğu gibi yardım edeni de vardı. Hatta hayatımda ilk defa bir cinin o an bulunduğum ortamda olması için dua etmiştim. Bizi onlardan koruyacak tek varlıktı. Hoca dışarı çıkınca at geri geri yürüdü. Karanlık olduğundan gözden kaybolunca hoca da karanlığa pek yürümedi olduğu yerde bekledi. Birkaç dakika sonra Davut'u gördük. Hoca hemen yanına koştu Davut'un. Davut al karısını hissetmiş gelemiyordu eve. Dışarı kulübeye geçti. O ara al karısı da ayağa kalkmış bağırıyordu. Hoca ona ekmek götürünce sustu. Sonra benle konuşmaya başladı. Ya hepsini öldüreceksin ya da onlara bir şey vereceksin dedi. Cinleri öldüren insan yoktur dedi sonrasında. Zamanında bir kabile ile 5000 koyun karşılığı anlaşmışlar ama ifrit cinler koyunu alsa bile peşini bırakmaz o yüzden işimiz zor dedi. Hocanın çaresiz konuşması beni iyice gerince hocam Türkiye'ye döneceğim zaten birkaç güne dedim. Yeter ki dört beş gün daha koruyun beni dedim. Döndürmezler, dönsen de peşinden gelirler dedi. O ara hoca girdi içeri nefes nefese. Davut yolda gelirken kabileyi tepenin başında Priştine tarafında yangın görmüş. Bizim terk ettiğimiz araziyi yakıyorlarmış. Bütün kabile oradaydı diye söylemiş hocaya. Biz eve sığındık iyice. Hoca ışıkları kapattı. Ortalığı iyice karanlık bastı. Davut kulübedeydi dışarıdaki. O kadar uykum vardı ki. Korkudan kaç gecedir gözüme uyku girmedi. Gözlerim seğiriyordu. Hoca, Davut nöbette uyu dedi bana. Zaten burayı bulamazlar, bulsalar da ifritler buraya yanaşamaz dedi. Bu lafı unutmayın beyler ileri ki yazımda anlatacağım. Kısaca bahsetmek istiyorum yinede. Evinde kaldığımız hoca, daha sonradan duyduğuma göre bahçesinde al karısının üç oğlu gömülüymüş. Al karısı insan tarafından yakalanınca çocuklarını öldürüp al karısına yollarlarmış. Hoca bunları evin üç köşesine gömmüş. Cinler buraya istese de giremezler demişti. Bu olayla ilgili sonraki yazımda daha detaylı anlatacağım ama önce o gece yaşadığım bir tuhaflığı size söyleyeceğim. Gerçi bu cümlem saçma oldu. Yaşadığım her şey zaten tuhaftı ama o gece evin camına bir karga kondu saatlerce içeriyi bizi izledi. Önce rüya sandım, sonra evinde kaldığımız hoca kargaya bakır tas içinde okunmuş ıslatılmış ekmekten yedirdi. Karga hocanın elinden ekmeği yedikten sonra sabah ezanından hemen önce uçarak uzaklaştı. Hocanın derinliği her saat farklı bir boyut kazanıyordu. Karga hocaya hizmet etmekteymiş. Ekmekleri aslında yemiyor ebabil kuşu gibi ağzında evin uzaklarına taşıyormuş. Önceki yazıları okuyan bilir, bu ekmekler cinlerden uzak durmak için evin bahçesine gömülür. Hoca kargaya verdiği ekmeklerle cinler burada olduğumuzu anlarsa yanaşamasın diye ekmek gömdürmüş uzaklara sabah ezanı bizim için kurtuluş çanı gibiydi bir sonraki yatsı namazına kadar. Hoca bana sakın dışarı çıkma işemek içinde ateşin içine işe dedi. Sakın terleme ve çok sesli konuşma dedi. Hoca al karısını alıp dışarı çıktı, biz bizim hoca ile evde kaldık. Sonra Davut'u çağırdı hoca ama Davut kapı eşiğinden ötesine giremedi. Sebebini hiç öğrenemedim ama Davut içeri giremiyordu. Kapıdan konuştular. Hoca bir minder çekti kapı eşiğine beraber oturup konuştular. Ben camdan bakmaya başladım. İlk defa annem geldi o an aklıma. O kadar özledim ki, öleceksem de bir kere göreyim öleyim diye yalvardım içimden Allaha. Neyse Davut'ta bir süreliğine uzaklaştı. Sanırım etrafı kontrol etmek için. Hoca içeri geldiğinde ben ağlıyordum. Ağladığımın farkında değildim. Hoca biraz bu işe bulaştığına pişmandı, her halinden belliydi. Belki Davut'la beni teslim etmek için konuştular bilmiyorum, o konuşmayı asla söylemedi bana ama Davut çok pişmanmış. Kabileyi öğrenip özür dilemeye gitmek istemiş ama hoca yerimizi bulurlarsa hepimizi öldürürler diye yalvar yakar ikna etmiş Davut'u. Akşamüstü Davut döndü. Davut'un anlattığına göre bizim kaçtığımız hocanın eski evini yakıp kül etmişler, etrafta köpek, eşek, at ne varsa katletmişler, her şeyi yakıp yıkmışlar. Cinler arasında dava olan insanı bulamayınca oradaki hayvanları katledermiş. Yani cinler bizim o evde olmadığımızı biliyordu. Kaçtığımızı biliyordu. İfrit olduklarından peşimizi de bırakmayacakları için aslında pekte güvende değildik. Sıkıntılı bir gün sona erdi ve bir şekilde gece oldu. Al karısı ile hoca geldiler, ellerinde lavaş gibi ekmekler vardı. Peynir vs. şeyler bulmuşlar bir yerlerden. Önce onları yedik. Hoca namaza durunca aynı karga yine cama geldi. Bu sefer gözlerinden kan akıyordu. Sanki mübarek hayvan kan ağlıyordu. Hoca namazını bitirince sanki hemen namazı bitirdiğini anlayıp ses çıkarmaya başladı. Hoca hemen camın kenarına koştu. Ne olup bittiğini anlamaya çalışırken ışıkları kapatın dedi. Hocaya hemen Davut'u çağırın dedi. Önce kapının eşiğinden düğüm düğüm edilmiş bir halat çıkarım odanın içindeki tandır ocağında yanan ateşe attı. Al karısına iyice tembih verip zincirlerini çözdü. Davut bu sefer içeri hiç sıkıntı yaratmadan girdi. Sonra anladık ki, hocanın evini düğümlü halat koruyormuş. Halatı yanarken bize camları kapattırdı. Sonra ateşe kuyruk yağı attı duman çıksın diye. Halat yanıp dumanı duvarları sinsin diye uğraşıyordu. Neyse Davut'u içerideki oda da tuttuk, al karısı ve biz halat dumanının sindiği duvarlı odada oturuyorduk. Hoca önce oturup Yasin okudu, sonra 40 kere Felak ve Nasr surelerini okuduktan sonra. Bu gece ziyarete gelecekler dedi. Sen burada kalacaksın dedi gözlerimin içine bakarak. Sonra beni buraya getiren hocaya dönüp, hoca sen istersen git, al karısı seni uzaklaştırsın dedi. Çok vesveseli şeyler olacak, kalma istersen burada dedi. Hoca zaten günlerdir zor duruyor, bir çıkış yolu arıyordu ama beni şaşırtarak kalmayı tercih etti. Gece saat 11'i gördüğünde karga tekrar geldi. Ağzı hayvan pisliğine bulaşmış, bir ayağı da kopmuştu. Hoca çok yakındalar sessiz olun, Davut'u uyarın dedi. Davut hemen kaldığımız gecekondudan bozma binanın çatısında çıktı, al karısı bizimle kaldı. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. İfrit cinle ilk karşılaştığım gecedeki gibi pis bir sis çökmeye başladı. Davut hemen aşağı inip 7 tane ters başlı koç geliyor dedi. Bu sefer Davut'u da içeri aldık. Hoca perdenin gerisinden camdan dışarı bakarken, istemsizce bende baktım. Evin yüz yüzelli metre ilerisinde çenelerinin altından boynuz çıkmış, gözlerin mavi mavi parlayan 7 8 tane koç benzeri hayvan gördük. Dolanıyorlardı. Cin olduklarını söylememe gerek yok. Davut ifritlerin kabilesinin çok büyük olduğunu söyledi. Her yerde bizi arıyorlarmış. O ara iyice sis çökünce camdan bir metre önümüzü göremez olduk. Hoca ıslak ekmekleri geçtiler ise bu cinlere benim gücüm yetmez dedi. Al karısı huysuzlanmaya başlamıştı, oturduğu yerde titriyordu. Aramızda en sakini Davut'tu. Ondan hiç bir ses çıkmıyordu. Bizim hoca da camdan dışarı sessizce okuyup üflüyordu. Hoca Davut'a burada olduğumuzu anladılar mı diye sordu. O ara koçların sadece 2 sinin gözleri seçiliyordu, evin 20 metre yakınına kadar geldiler. Davut diğerleri gittiyse burada olduğumuzu biliyorlar, kabileyi çağırmaya gitmişlerdir dedi. Hocam onlar gelmeden kaçalım, şehre inelim dedim. Dışarı çıktığımız an bizi çarparlar diye tembihledikten sonra, ev üzerine yıkılsa yine terk etmeyeceksin dedi. Hoca sakinliğini koruyordu. Ters başlı koçlar 20 metre öteye geçememeye başladılar. O an al karısı, "Oğlum!" diye bir çığlık attı. Hoca hemen al karısını yakaladı sakinleştirmek için. Al karısı dışarı çıkmaya çalışıyordu. Anladığımız kadarıyla cinler, al karısının ölen oğullarının mezarlarını deşmeye çalışıyormuş. Hoca al karısını zapt edemeyince al karısı kendini dışarı atıp sis içerisinde koçlara doğru koşmaya başladı. Sis yüzünden olan biteni göremiyorduk. Derinden gırtlaklanan bir atın anırmaya çalışması gibi bir ses ile al karısının çığlıkları duyuluyordu. Hoca hemen kapıyı kilitledi. O an Davut'ta dışarı çıkmak istedi. Hocaya bir şeyler anlatıp çıktı al karısının gittiği yöne doğru. Birkaç dakika sonra Davut döndü, al karısının başı ile vücudunu birbirinden ayırmışlar. Kafasını alıp kaçmışlar. Davut elinde al karısının cansız bedeniyle döndü, bedende kafa kısmı parçalanıp koparılmış şekildeydi. Ben zaten o ara kendimden geçmişim. Tam olarak ne olduğunu şuan hatırlayamıyorum ama kendime geldiğimde Davut al karısının bedenini gömmeye çalışıyordu. Saat 2.30 gibi kendime geldim. Davut gömme işlemini yarıda bırakıp içeri koştu. Hocaya bağırarak bir şeyler söyledi. Hoca geldiler hocam diye bağırdı. Hocalar ile Davut ne yapılacağını tartışıyorlardı Farsça. Bir anda evin üzerine taşlar yağmaya başladı. Duvarlara çarpan taşlar resmen parça parça evin dış cephesini kemiriyordu. Hatta cama isabet eden taşlar oldu. Evin içinde ne varsa kırılıp dökülmeye başladı. Taş bulamayan ifritler kafası koparılmış sıçan ve karga atmaya başladılar. Evinde kaldığımız hoca Davut'a kabileden bir sözcü çağır, buyur edelim konuşalım dedi. Davut kulakları yırtacak bir ses ile daha önce duymadığım bir dil, ya da sesler bütünü ile ses çıkarmaya başladı. Sanki hayvanlara özel çıkarılan sesler gibi Davut ve diğer cinler bu sesler ile anlaşıyormuş yani onların dilleri buydu. O ara taşlar kesildi. Davut bir süre sonra içeri dönüp hocaya Farsça bir şeyler söyledi. Al karısının tohumlarını topraktan çıkarın, ekmekleri toplayın demişler. Sanırım cinler eve pek yaklaşamıyordu o an ama öyle yoğun kaya parçası yağıyordu ki devam ederlerse evi başımıza yıkacaklardı ama ifritlere güven olmaz diye dışarı çıkıp dediklerini yapmak istemedik. Az sonra taş yağmuru tekrar başladı. Evin her yerine taş fırlatıyorlardı. Davut tekrar aynı sesle bağırmaya başladı, ekmekleri toplayıp bir cin alacağım, o kişi sınırı geçince ekmek ile kapatacağım dedi. Davut dışarı çıktı. Biz gelince ne konuşacağımızı düşünüyorduk. 5000 koyun için anlaşalım dedi hoca. En azından zaman kazanırız dedi. Evinde kaldığımız hoca, anlaşmaya yanaşmayabilirler dedi. Biz tam tartışırken kapı çaldı. Kapı açıldı beni içeri odaya aldılar, sen sakın çıkma dediler, gözükme dediler. İçeri ki oda da divanın altına girdim. Nefes bile almayı bıraktım. Hayatımın en korku dolu anlarıydı. Sonra konuşmalar başladı, kimin ne konuştuğunu anlamak mümkün değildi. İçeriden bir ağlama sesi duyuldu. Sonra hoca girdi benim odaya, evdeki tüm kuran ve dua yazılarını toplatmış içerdeki odaya taşıtmış. İfrit cinler çok rahatsız olur Kuran ve Arapça dualardan. Hocanın yüzünün rengi bembeyazdı. Yıllardır cinlerle münasebeti olan adamın bile rengi atmıştı. Hocaya soru sordum. Hocam ne oluyor diye. Adam cevap bile veremedi. Sanki aklı çıkmıştı yerinden. En azından Kuran kitapları yanımda belki yanaşamaz diye düşündüm fakat şunu söyleyeyim. İfrit cinler gayrı Müslim'dir. İslam inancı olmadığı için Kuran onları sadece rahatsız eder. Yani kuran ve ayetler ile ilgili şeylerin olduğu yere girebilirler ama huzursuz olurlar. Her neyse hoca içeri girip kapıyı üzerime kilitledi. Ben zaten kaskatı kesildim. Koskoca adam ne idrarını tutabiliyordu ne ağlamamayı başarabiliyordu. Hayatımın en kötü anıydı. Bir ara sesler yükseldi. Kapının anahtarı duyuldu, içeride bağırış vardı ama bu Davut'un çıkardığı seslere benzeyen bir bağırıştı. Bir anda kapı açıldı, o an nutkum tutuldu, iki hocada içeri girip hemen kapıyı kilitlediler. Orası filmin koptuğu andı zaten. Cinlerin kavgası başlamıştı. Davut ve ifrit cin kabilesinden gelen cin içeride kavga ediyordu. Hocaların ikisi de oda da ya sabır ya hak çekmeye başladılar, hemen okumaya başladılar. Evinde kaldığımız hoca belinden halatı çıkarıp okudukça düğüm atıyordu. 7 düğüm atıp kapının koluna sardı. Öteki hoca zaten nefes verdikçe okuyordu. Yer yerinden oynamaya başladı, resmen zelzele oluyordu evin içinde, cinler evi taş yağmuruna tutmaya başladılar. İçeride ifrit cin ile Davut kavga ediyordu. Hayatımda böyle bir an yaşamadım. Allah kimseye yaşatmasın, o çıkan seslerin, o hiddetin haddi hesabı yok. İfrit cinin çıkardığı seslerdeki hiddet, nefret ve vesvese resmen insanı kaskatı kesiyordu. İçeride olan biteni göremesek de, o sarsıntı, o duvarı döven taşlar ve Davut ile ifritin kavgasındaki çığlık ve feryat bize kalp krizinden de kötüsünü yaşattı. Hoca yanımda Allah'a canımı al diye yalvarıyordu. Beni onların ellerine bırakma al canımı ya hak diye ağlamaya başladı. Bu olay tam 3 dakika sürdü, sonra bir anda seslerin tamamı duyuldu, taş atmayı kestiler. Ortalıkta olağan üstü bir sessizlik oldu. Tam o sessizlikte "La ilahe illAllah" diye uzaktan gelen ezan sesini duyduk. Hayatımda hiçbir ezan bana bu huzuru yaşatamamıştı. Hocalar hemen içeri koştu. Ben yalnız kalmaktan korktuğum için peşlerinden gittim. İçerisi hayvan ölüleri, kafası kopuk sıçanlar ve fındık fareleriyle dolmuştu. Davut ortalıkta yoktu. Kapı parçalanmıştı. Ne cam kalmış ne de kapı. Ev yaşanmaz hale gelmiş. Hemen dışarı çıktık. Davut uzaktan geliyordu. O an ilk defa Davut'un yüzünün bir kısmını gördüm ve hiddete düştüm.  Bir sonraki yazımda onun yüzünü tarif edeceğim ama şimdi kısaca olanlardan bahsedeyim. İfritler ezanı duyunca kaçmışlar. Ezan sabah vaktinin habercisidir. İfritler asla gündüzleri dışarı çıkmazlar. Onların gayb kapıları sabah ezanından sonra kapanır. Akşam ezanıyla açılır. Davut'un karısını öldüreceklermiş. Peşlerinden koşmuş ama yetişememiş. Akşam ezanına kadarda beklemekten başka çaresi yokmuş. Artık sadece beni değil, hocaları da öldürüp yakacaklarını ve Davut'un bütün ailesini katledeceklerini söylemiş ifrit Davut'a. Davut'un her yeri parçalanmıştı. Akşamda gelecekler dedi. Yollara tuzak kurmuşlar etrafı terk edemeyiz dedi Davut. Zaten etraftaki tüm köylerdeki telefon hatları, elektrik tellerini parçalamışlar. Burada kısılı kalmıştık. Gece gelip bizi avlamalarını beklemekten başka çaremiz olmadığını bilmek o korkuyla düşünmemizi engelliyordu. Önce hep birlikte dışarı çıktık. Kapının önünde al karısının başsız bedeni vardı. Davut toprağa tam gömememiş. Gelen taşlar paramparça etmiş bedenini. Biraz ötede ölü oğullarının cesedi vardı. Bir tanesinin bacaklarını kemirmişler. Al karısı ve soyundan gelenlerin cesetleri çürümez. Bin yıl toprak altında kalsa aynı şekilde çıkartırsınız. Biraz Davut'tan bahsedeceğim. Davut'un yüzü kıllıydı. Keçi derisi gibi gerisi vardı. Sık ama kısa tüy gibi. Ağzı yine kuzu ağzı gibi dişleri kurt gibi ama çok inceydi. Kulakları yoktu. Burnu içeri doğru oyulmuş gibiydi. Boynuna doğru indikçe kıllar gidip yerine nasırla kaplanmış gibi duran çatlamış bir deri geliyordu. Gözleri simsiyahtı. Gözlerine baktığınızda zifiri karanlığa bakmış gibi hissedersiniz. Yüzünü tarif edebilecek ya da benzetebileceğim bir canlı yok. O yüzden şuna benziyor diyemem ama bir kere bakabildim daha da bakamadım. Amacımız Sırbistan'da şehir merkezine inmekti hava kararmadan. Davut'a suratını kapatacak bir şeyler bulduk. Ayaklarını vs. sararak vücudunda görünecek yer kalmayacak şekilde gizledik ama boyu o kadar uzundu ki her halükarda dikkat çekiyordu. Etrafımızda şehir yoktu en yakın yerde 100 kişilik bir Türk köyüydü ki, köyde elektrik yoktu. Gece hayatımızı kurtaran ezanı bile hoca minareden bağırarak okuyordu. Hoca bu köye girersek bizi gizlerler dedi. Şimdi burada olan bir olayı anlatmadan önce size bir bilgi vereceğim. Bu bilgi sonrasında olayın tam olarak nasıl olduğunu anlayacaksınız. Daha önce dediğim gibi Kosova ve Sırbistan sınırında, zamanında milyonlarca insan katledildi. Bu yüzden buralarda aşırı derecede olaylar olduğu rapor edilir. İki ülkede NATO birliği hariç bu araziye asker yollamaz. Çünkü burada açıklanamayan birtakım olaylar olup üzeri kapatılmıştır. Özellikle bizi evinde saklayan hoca ve ileride ki Türk köyündeki insanlar için, cinler, al karıları, ermişlerin ruhları ile sürekli bağlantıda olmak normal bir şey. Onlar genelde Müslüman cinler ile zamanında âlim ve ermiş olarak ölen hoca ve hacıların ruhları ile ve al karıları ile iletişim halindedir. Hatta bazı evlerde cinler misafir olarak ağırlanır. Hatta bizim hocanın evinde al karısı vardı. Bu insanlar ifrit ve şeytan soyundan gelen cinlerle muhatap olmaz genelde. Bir rivayete göre ifrit ya da şeytan soyundan gelen cin bir insana tecavüz eder. Kadın evinde banyo yapıp temizlenirken tecavüze uğrar, birkaç dakika sonra kadının kocasının köy kahvesinde alev alev yanarak öldüğü anlatılır. Sabah ezanından önce gayb kapısından geçemeyen cinler Davut gibi Müslüman değilse, tutsak kaldı sanılarak kabileden dışarı atılır, bir daha dönemez. Bu cinler insanlara hastalık verir, bir kısmı insan çarpar, ya da içine girip kontrol eder. Onları rahatsız etmekten hoşlanır. Köyde bu tip olaylar olmasın diye köyün etrafında bir takım gömüler vs vardır.  Cinler bu yüzden tuzak kurmakta ustadır. Yolda yürürken her an bir aksilik yapar ölümle sonuçlanacak yaralanmalara yol açabilir. Amacımız gece çökmeden köye inip yardım istemekti. Al karısını bilmeyen arkadaşlar için kısaca anlatayım. Al karısı hakkında herkes bir şeyler yazabilir. Al karıları insanlar gibi her biri birbirinden farklı olabilir. Tek bir al karısını ele alıp genelleme yapılmaz. Al karıları erkeklerle münasebete giremez. Doğalarında öyle bir şey yoktur. Lohusa kadınların yeni doğurduğu bebekleri çalıp kendilerine tohum yaparlar. Yani, yeni doğan bebekleri kaçırıp, bir şekilde gebe kalırlar. Bunu nasıl yaptıkları bilinmez. Al karıları erkek ya da kız doğurabilir. Erkekler genelde ölü doğar. Yaşayanları ise cinler avlar genelde. Bu yüzden erkekler hayvan kılığına girer sayıları o kadar azdır ki, denk gelmek imkânsız gibi. Dişiler ise al karısı olur. Elleri çok bereketlidir. Bir ekmek çıkacak hamura el sürdü mü on ekmek çıkar. Bazı yörelerde gümüş çuvaldız ve iğne batırarak yakalarlar ama bu boş bir yöntemdir. Zira al karısı enerjisi düşük bir varlıktır, normal kadın kadar güçsüzdür. Bir erkek tarafından kolayca yakalanabilir. Cinler gibi özellikleri yoktur. Gaipte yaşamazlar. İnsanlar arasında yaşarlar ve sürekli insanlara görünürler. Görünmezlik özellikleri yoktur yani. Genel olarak çok çirkindirler. Al karısı olduğunu anlamak zordur, insana benzer tıpatıp. Dişlerinin yapısından anlaşılır. Saçları koyu kırmızı gözlerinin çoğu göz bebeksizdir. Yani bembeyaz.  Yeni doğum yapan kadınlara musallat olur evlatlarını çalar. Al karısı bebeği 40 günlüğe ulaşmadan çalar. Aksi halde onu tohum edemez kendine. Bazıları kıskançlığından hamile kadınlara musallat olup bebek düşürtür. Al karıları cinler ile kan davalı gibidir. Birbirlerini asla sevmezler. Cinler al karısı ve soyundan gelenleri sorgusuz sualsiz öldürür. Genelde kafaları kopartılır. Kafa kabileye götürülüp yakılır. Al karıları toplu halde yaşar, insan tarafından yakalanan bir daha geri dönemez ve evlatları var ise öldürülüp al karısının yakalandığı evin kapısına bırakılır. Bu saatten sonra al karısı yakalayana köle gibi olur. Al karısına yemek verdiğin sürece her işi yapar. Evinde kaldığımız hoca al karısına temizlik, yemek vs. her şeyi yaptırıyordu. Köye doğru yürümeye başladık. Davut bizden 200 metre kadar ötede yürüyordu. Cinlerin kurduğu tuzaklar var ise bizi uyaracaktı. Hocaların ikisi de yaşlıydı. Bense dermansız kalmıştım. Ezanı duyalı tam bir buçuk saat olmuştu ama ortalık hala zifiri karanlıktı. Biz bu olaya köye yaklaşınca anlam verebildik. Tuzağa rastlamadan köye girdiğimizde köydeki herkesin kaçtığını gördük. Ne hayvan kalmıştı ahırlarda nede insan. Sonradan öğrendik ki, köylüler olanları anlamış ve hoca minareye koşup var gücü ile ezan okumaya başlamış, ifrit cinlerde sabah oluyor sanıp korkudan tuzak bile kuramadan kaçmışlar. O muhterem hocanın ani kararı ile ezanı bir buçuk saat önce okumasa biz çoktan ölmüştük. Köy hayalet köy gibiydi. İnsanlar olacakları sezip kaçmıştı. 100 kişilik köyde canlı bir böcek bile kalmamıştı neredeyse. Hoca minareye çıkıp bizim durumumuzu anlayıp ezanı önceden okuyup hayatımızı kurtarmıştı ama o an köyde yardım alacak bir Allah'ın kulu bile yoktu. Olayın en ilginci ise bu insanların bu kadar kısa sürede nereye kaçabileceğiydi. Tamamı cinlerle, al karıları ile ermiş ruhları ile iç içe yaşayan yüz kişiyi korkutup kaçıran bu illetten kurtulmak için sürekli aklım Allah'a yalvarıyordu. İfritler gece geldiklerinde önce bizim bıraktığımız binaya bakıp sonra buraya geleceklerdi elbet. Onlara karşı koyma gibi bir şansımız yoktu. Hava daha yeni ağarıyordu. Gecekondudan dönüştürülen camiye girdik. Kapısı kilitli olmayan tek yer oydu. O an içimizi ferahlatacak bir şey oldu. Bizi kurtaran ezanı okuyan hoca olduğunu düşündüğümüz sakallı, uzun yeşil cüppeli bir muhterem zat camide namaza durmuştu. En azından bir takım sorulara cevap buluruz diye namazını bitirmesini bekledik. O ara bizim hocalarda şükür namazına durmaya karar verdi. Bende hocalara katıldım. Davut dışarıda dururken biz hocalarla namaza durduk. Biz namazı bitirdiğimizde ihtiyar adam hala namazdaydı. Çok uzun süre geçmedi ki, Allahu Ekber Kebira'yı okumaya başladı. Yaklaşık 11 tekrar yaptıktan sonra, Selamın aleyküm diye sohbete girdi hoca. Faezeh ile görüştünüz mü dedi ihtiyar bizim hocalara. Faezeh ifrit cinlerin kabilesinden bizim eve giren sözcüymüş. Evet dediler. Yüzünüzü gösterdiniz mi dedi, bizimkiler yine evet dedi. Anlaşmaya yanaşmadılar mı dedi. Bizimkiler anlaşmayı dinlemedi bile, beni göstererek ya onu alırız ya hepinizi dedi, dedi. Ben dayanamayarak hocam Allah razı olsun bizi kurtarmak için ezanı erken okudunuz dedim. Ben okumadım dedi. Ben köyün 4 günlük misafiriyim dedi, size yardım eden hoca köyün geri kalanı ile tepenin arkasına yürüdüler saklanmak için dedi. Vazifem bitmeden bu köyü terk edemem dedi. Vazifesini sorunca Rab bilir, kader yazar biz uyarız dedi. Bu gece bu köyden iki ölü çıkacak, ben onları yıkayıp gömeceğim. Benim görevim bu dedi. Hocanın iki kişi ölecek bende yıkayıp gömeceğim demesi ile bizim birbirimize bakmamız bir oldu. O an herkes kendi canının derdine düştü. Beni kurtarmak artık konu dışıydı. Asıl önemli olan kendini kurtarmaktı. İki hocanın da giriştiği bu olaydan ne kadar pişman olduğu yüzlerinden okunuyordu. Ben o gece beni öldüreceklerine emindim. Çünkü benim için geliyorlardı ve ben ölene kadar bitmeyecekti. Hocaya sorduk, hocam bir yolu yordamı yok mu diye. Hoca yukarı bakıp, o yazdıysa biz bozamayız dedi. Bir ara çıkıp koşup kaçmayı düşündüm ama o insanların benim için yaptıklarından sonra bu düşünce, sadece düşünce olmaktan öteye gidemedi. Hoca bizi bir eve soktu, gusüllerinizi tazeleyin, abdestinizi alıp tövbe namazınızı kılın dedi. Davut'u çağırın o da alsın abdestini dedi. Hoca uzun boylu ve uzun cübbeliydi, kalburluydu. Yüzünde ifade yoktu, ne korku veriyor ne de huzur ve cesaret verebiliyordu. Sadece bilgi vermek için orada gibiydi. Davut köydeki hiçbir eve sığamadığı için hep beraber bahçede oturduk. Davut cebinden 6 tane hurma çıkardı. Hurmalar yumruk büyüklüğündeydi. O kadar açtım ki, bir ara yerdeki nanelere kopartıp yemiştim ama Davut'un verdiği hurmayı yiyemedim. Hurmanın üzeri Davut'un derisi gibi çatlaklaşmıştı. Yanımda dursun açlığa dayanamayınca yerim diye cebime soktum. Aradan bir süre geçince, hocanın bacağı kopan kan ağlayan kargası gezmeye başladı etrafta. Bir süre kafamızın üzerinde turladıktan sonra yanımıza yanaştı. Belli ki Davut'tan çekiniyordu. Hoca el edince hemen kondu yanımıza. Sol kanadındaki tüyler yolunmuş, kanadının altına keskin bir şey ile yazı gibi bir Farsça şekil kazınmıştı. Ben görünce şekli şok oldum, bu benim ilk ifritle karşılaştığım askeriyenin mutfağındaki yazılardan biri ile aynıydı.  Hoca o an bana bunun şeytanı öven bir kelime olduğunu söyledi. Biz nasıl darda kalınca ya Rab! Diyorsak, karganın kanadına ya iblis! Yazılıydı. Cinler kargayı yakalayıp tırnakları ile hayvana acı çektirerek yazmışlar. Gerçi hayvan diyemem. O an hoca bize bir şey itiraf etti. Bu karga kafası koparılan al karısının hayatta kalan oğullarından birisiymiş. Al karısını anlattığım yazımda dediğim gibi al karısının oğlu hayvan kılığında gezer. Bu karga hoca için değil annesi için geliyormuş. Annesini katlettiklerinde oğlunu da yakalayıp işkence yaparlarken okunan ezan kurtarmış onu da. Yukarı bakmak Allah'a olan saygıdandır. Aleyna sıfatı ile bakılır, Aleyna üzerimizde demektir. Allah'ı yukarıda aramaktan ziyade Rabbin gücü hepimizi aşar manası çıkarılmalıdır. He Allah'ı gökyüzünde arayanda var ama her neyse, ben konuyu dağıtmadan döneceğim. Öğle vakti gelirken cübbeli dede minareye çıkmaya başladı. Boş köye ezan okumak için hazırlanıyordu. Önce anlam veremedik. Zamanı gelince ezanı okudu.

Korku hikayeleri & bilgiler & paranormal olaylarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin