i ► yaralı + |ÖNSÖZ|

491 63 11
                                    

[Ö N S Ö Z]

Ehem, öncelikle önsöz kısmını birçoğunuzun okumadan geçeceğini düşünüyorum ama okumazsanız da pek bir şey anlamayacağınızı belirtmek isterim.

Bu kurgu birçok kurgudan farklıdır. (Zaten şunun şurasında kaç YılKe kurgusu var ki?) Öncelikle söylemek gerekirse, Ali Kemal burada Dimitri ve Yıldız ise aynı Hilal gibi vatanına bağlı asi bir kız. O da Hilal ve arkadaşlarının grubu içerisinde fakat ilgi alanları yine dizideki gibi moda, sanat vb türü. Dimitri'ye gelelim. Kızlarla hiçbir bağı yok. En başından beri o konakta büyüdü olarak geçiyor. Son olarak Azize, Cevdet ve Hasibe yok. Daha çok İzmir'de geçen şeyler konu alınacak yani küçük çaplı baş kaldırılar gibi şeyler.

İyi okumalar.

*

Genç kız ve onun kız kardeşi küçük evlerinin küçük masasında -hatta masa bile denemezdi- oturmuş yemek yiyorlardı. İkisi de bu durumdan şikayetçi değillerdi. Hatta seviyorlardı bu eski masayı. Çünkü bu masa onlara aileleriyle birlikte paylaştıkları mutlu anıları hatırlatıyordu. Bu mutlu anlar ta ki Yunan'ın yaptığı bir zalimliğe kadar sürmüştü. Ardından yalnızca ikisi kalmıştı bu masada oturacak. Yunan'a karşı nefretleri kat be kat artmıştı. Lakin bu taze acıyı içlerine gömüp doğru anı sabırla beklemeye ant içmişlerdi. O gün gelecekti ki, bu vatan her ölüsünün intikamını sadece Yunan'dan değil, tüm dünyadan alacaktı.

"Abla, bitirdiysen hastaneye gidelim haydi."

"Sen çık hazırlan, ben şimdi geliyorum Hilal."

Hilal başını salladı ve yukarı çıktı. Yıldız'da son kaşık çorbasını içti. Ardından üstündeki kötü hisle birlikte yukarı çıktı. Hissediyordu, bugün bir şey olacaktı. Çok fena bir şey.

"Aman canım, bir şey olduğu yok, sabah mahmurluğu o kadar Yıldız!"

Kendi kendine mırıldanırken üzerini giyindi ve eşarbı düzgün takabilmek amacıyla saçlarını arkasından tutturdu. Krem rengi eşarbını başına geçirdikten sonra kız kardeşiyle birlikte yanına bir miktar para alarak dışarı çıktı.

Bu sırada paralarının ne kadar azaldığını farketti. Bu aydan sonra ne yapacaklarını bilmiyordu Yıldız. Allah'tan ev kira falan değildi yoksa sokakta yaşamak zorunda kalırlardı. Yıldız derin bir iç çekti ve anahtarıyla kapıyı üç kez kilitledi.

"Haydi abla, gecikiyoruz. Başhekim kızacak!"

"Tamam Hilal."

Hızlı adımlarla hastaneye ulaştılar. Yine hızla işlerine koyulmak için hemşire kıyafetlerini giyindiler. Bu sırada aşağıdan bir gürültü koptu gitti. İki kız kardeş endişe ile birbirlerine baktılar. Neler olmuştu?

Bir silah sesi. Yıldız olduğu yerde sıçradı. Aşağı inseler miydi şimdi? Kuvvetle muhtemel yaralı vardı, hatta ölü. Bağırışlar başladı. Birinin kızların olduğu koridorda bağırdığını işittiler.

"Hemşire! Hemşire!"

Hilal koşarak kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Birkaç saniye sonra geri geldi.

"Abla onlarca yaralı varmış, çabuk!"

İkisi de koşa koşa aşağı indiler. Sabah bu kadar tenha olan sokaklar şimdi asker kaynıyordu. Bu daha öncekilerine benzemiyordu çünkü aralarında onlarca Yunan askeri vardı. Ne yani? Onlardan Yunan askerlerini mi tedavi etmelerini istiyorlardı? Eğer öyleyse kati suretle kızlar böyle bir şey yapmazdı! Kendilerine yıllarca zulüm eden bu millete günahlarını bile vermezlerdi.

Başhekim Yıldız'ın yanına geldi. Bu sırada Yıldız hala etrafı izliyordu. Başhekim o Yunan'a has Türkçesiyle konuştu.

"Yıldız hemşire ne duruyorsun?! Yardım et askerlere!"

Yıldız saygılı duruşunu bozmamaya çalışarak adama baktı.

"Kusura bakmayın efendim lakin benden Yunan'a yardım etmemi mi istersiniz?"

Adam barizmiş gibi ona baktı ve hararetle sualine yanıt verdi.

"Aynen onu istiyorum hemşire? Neden? Senin görevin bu değil mi?"

"Bize işkence eden bu askerler için kılımı bile kıpırdatmayacağımızı bilmelisiniz Başhekim!"

"Ağzınızı toplamanızı istirham ederim hemşire. Karşınızda bir Başhekim var. Hele de Yunan bir Başhekim, hele hele bir Yunan şehri olan Smyrna'desiniz. Sizin yerinizde olsam, Türklerin yerinde olsam, her lafımı tartar da konuşurdum. Şimdi işinin başına!"

Yıldız adeta Sizin Allah belanızı versin bakışı atarak ve gözlerinin dolmasına karşı koyarak arkasını döndü ve uzaklaştı. Az önce bir Türk olduğu için adeta aşağılanmıştı. Bu ne cüretti? Yıllarca Türklerin hüküm sürdüğü bir toprakta gelip böyle konuşmak nasıl bir cüretkarlıktı? Bu adeta aptallıktı! Eğer İzmir'i bir Yunan şehri sayıyorlarsa, şimdiden, kefenlerini kendi elleriyle hazırladılar demekti. Zira bu şehrin bir Yunan şehri olması için Yunan'ın tüm Türkleri yok etmesi gerekti.

Yüzünü ekşiterek kime yardım edebileceğine baktı. O sırada hastanenin kapısı birden şiddetle açıldı. İçeri birkaç Yunan askerinin taşıdığı bir yaralı girdi. Askerlerden biri ona bakarak emir verdi.

"Neye bakıyorsun be hemşire? Yardım et!"

Adamı boş bir yatağa yatırdılar. Yıldız başında durup onların gitmelerini bekledi. Askerler gidince adamın bir kanaması olduğunu farketti. Karnında bir yerdeydi. Hızla üniformasını çıkarttı. Ardından bir makasla gömleğini kesti ve ön kısmını tamamen açtı. Bu sırada adamın yapılı vücudu dikkatini çekmişti. Lakin o bir askerdi bu gayet doğaldı!

Yıldız sıcak sulu bir bezi adamın yarasına bastırınca adamın eli Yıldız'ınkini buldu ve bu sırada inledi. Genç kız kendi kendine mırıldandı.

"Ne biçim askersin sen? Asker dediğin dayanıklı olur."

Adam elini bunun üzerine çekti. Yıldız duyup duymadığını anlamadı lakin bozuntuya vermedi. Yaranın etrafındaki kanı temizledi ve biraz alkol sürerek mikrop kapmasını önledi. Herhalde askerde bayılmıştı çünkü tepki falan vermiyordu. Fırsattan istifade Yıldız adamın yarasını daha dikkatli inceledi. İçine kurşun girmişti herhalde.

Hemen bir cımbız ile tepsi aldı ve yarayı hafifçe araladı. Birkaç kurşun girmiş olmalıydı herhalde. Yıldız'ın kafası allam bullak olmuştu. Geri kalan şeyleri o kafayla nasıl yaptığını bilmiyordu lakin sadece tüm kurşunları çıkartıp gövdesini sardığı kısmı hatırlıyordu. Çünkü bu sırada uyanmıştı.

"Her zaman bu kadar çıtkırıldım değilimdir hemşire. Lakin insanın gövdesine 4 kurşun girince dayanamıyor maalesef."

Demek duymuştu! Yıldız birden kızardı ve kaçamak bir şekilde adama baktı. Suratı terlemişti ve acıdan kasılıyordu lakin yine de hafif bir sırıtış suratına hakimdi. Kıza bakıyordu. Yıldız bunu uzatmamak adına başını farkedilmeyecek bir şekilde salladı ve gerekli talimatları adama verdi.

"Bu akşama kadar burada dinleceksiniz. Gerekli şeyleri yapması için bir hemşireyi çağıracağım."

Ayağı kalktı ve adamın yakışıklı suratına bir daha dönüp bakmamak için gitmeye yeltendi. Ama adam onun kolunu tuttu.

"Benimle sizin ilgilenmeniz mümkün değil mi yani?"

Yıldız bugünkü Başhekimin onu aşağılamasından sonra bir Yunan'dan daha söz işitmeye tahammülü kalmamıştı. Sinirli bir şekilde gülerek arkasını döndü.

"Hayır değil asker. Sizin yerinizde olsam bir Türk kızıyla böyle laubali bir şekilde konuşamazdım. Aksi takdirde zorunda olmasam sizin gibi bir Yunan ölüm döşeğinde bile olsa suratınıza dahi bakmazdım."

Adamın tepkisini beklemedi ve kalbi küt küt atarken oradan uzaklaştı.

nemesis ❂ [yıldız+alikemal/dimitri] #ASKIDA#Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin