[Tom Walker - Leave A Light On]
Lütfen, lütfen yirmiyi geçeyim... Yirmiyi geçsem yeter...
"Esin Akıner?" Yanına gidip sınav kâğıdıma baktım. Köşesine kırmızı pilot kalemle yazılmış 18 sayısını görmemle kendimi pencereden atma isteğim bir oldu.
"Ne demek 18? Sayı mı o?"
"Harf mi?"
Sinirle kafamı Alkan'a döndürdüm. Ona baktığımda elini çenesinin altına yerleştirip gözlerini pencereye çevirdi. Gözlerimi ondan çekip tekrar kâğıdıma çevirdim. Sorulardan her birinden neredeyse dört-beş puan almıştım. O da zoraki verilmiş bir puandı.
Harika.
Yüzümü buruşturdum ve sırama dönüp oturduğumda Beril sırtımı sıvazladı. "Boş ver. Bak ben de 25 aldım." Dudaklarımı büzüp kafamı sıraya gömdüm. Ellerimle saçlarımı sinirle karıştırıp kendim duyabileceğim bir sesle küfür mırıldanıyordum. "Ne bok vardı da matematiği çıkardınız..."
Dakikalar sonra 18 aldığımı unutmuş defterimde yarım kalmış çizimi karalamaya başlamıştım bile. Notumu öğrendikten sonra ilk iki dakika sinirlenir küfrederdim ama o iki dakikanın sonunda sanki hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam ederdim ama beni hâlâ sinir eden daha kötü bir şey vardı. Sınav sonuçların okunması daha bitmemişti ve şimdiden 85 aldığı için üzülen yaşam formlarıyla aynı sınıftaydım.
"Ya inanamıyorum cidden... 78 nedir?" Gözlerimi devirip Ayşen'e baktım. "78 bir sayıdır. Söyleyeyim dedim." Tekrar önüme dönüp parmaklarıma baktığımda kenarları simsiyah olduğunu gördüm. Yazı yazmaktan nefret ederken her dakika resim çizen biriydim ben.
Kalemi tekrar elime alıp devam ettireceğimde, "Şunları çizeceğine az ders çalış," demesiyle kalemi yerine geri koyup ellerimi birbirine kilitledim ve Ayşen'e döndüm. "Sen günlerdir gece gündüz çalıştım diyen ama 78 anca alan kişi değil misin? Demek ki çalışmakla olmuyormuş az beyin lazımmış. Ben çalışmadan 18 aldım."
Notumu övünmeyi nasıl da seviyordum. "Düşük notuyla ego yapanı ilk defa görüyorum..."
Gözlerimi devirip ellerimle kışkış hareketi yaptığımda yüzünü buruşturdu, birkaç boş hakaret savurup poposunu sallaya sallaya öğretmenin yanına not dilenmeye gittiğinde parmaklarımı çıtlatıp karalamama devam ederken Beril esneyerek uyandı ve uykulu gözleriyle etrafına bakındı. "Ne oluyor ya? Niye herkes zırlayıp duruyor?"
"Matematik hepsine geçirdi de ondan." Kafasını sağa sola salladı. İşaret parmağıyla zırlayanların üstünde tek tek gezdirerek, "Beyin yoksunu olan yaşam formları..." deyip kafasını tekrar sıraya gömdü.
Hoca ise okumaya devam ediyordu. "Alkan Yağız?" Alkan'a baktım, hocanın yanına gitmeye bile tenezzül etmiyordu. Hoca da beklemeden notunu söyleyiverdi.
"15."
Duvar kenarındakiler kendi aralarında kıkırdamaya başladı. Pencere kenarındakiler ve önümdekilerde onlar gülünce güldüler.
Hocaların çoğunluğu bu yüzden yanına çağırıp okuyordu notları. Böyle yaptıklarında vicdanlarını mı rahatlatıyorlardı?
Karalamamı defterin arasına koyup kollarımı açtım ve gerildim. Boynumu da aynı şekilde esnettikten sonra Beril gibi kafamı sıraya gömdüm. Sınıftaki uğultular bir türlü bitmiyordu. Kafamın içinde yankı yapıp duruyordu ve bu gerçekten sinir bozucuydu. Sinirle kafamı kaldırıp başımı ovuştururken asık suratımla sınıfı baştan aşağı süzdüm.
Telefonum titreşmeye başlayınca elime alıp şifreyi girdim ve mesaj kutusuna baktım. Alkan mesaj atmıştı.
Alkan: Kulaklığını tak aptal, duymazsın o zaman
Alkan'a dönüp ağzımı oynatarak, "Peki," dedim. Bir şey demeden önüne döndü. Dediği gibi yapıp kulaklığımı çıkardım ve kulaklarıma taktım. Tüm bu sinir bozucu gürültüyü nasıl da sadece iki basit kablo bozabiliyordu. Cidden, müthiş bir icattı... Dışarıdaki gürültü bir şekilde sonlanabilirdi. Peki ya içerdeki o gürültü? Bağrışlar? Asla.
Zil çaldığında herkes teker teker dışarı çıktı. Beril'i uyandırdığımda gerilerek çantasını topladı. "Bugünü de uyuyarak geçirdik çok şükür."
"Evet," diye mırıldandım.
"Kafeteryaya inelim ya, kek canım çekti." Elimle ona gitmesi için salladığımda kafasını sallayarak sınıftan çıktı. Alkan'ın yanına gidip dünden kendime yaptığım ödevi ona uzattım. Ben kendime yeniden yapardım, şu an pasta ve kitap daha önemliydi.
Kaşlarını kaldırdı. "Ne zaman yaptın?"
"Benimkini feda edip sana verdim. Şimdi..." Avucumu açıp ona doğru tuttum. "Paramı alabilir miyim? Ben meşgul bir insanım."Artık o çok istediğim indirimde olan kitabımı alabilirdim. "Biriktiriyor musun paralarımı?" Kollarımı göğsümde bağladım.
"Benim paralarımı," diye düzelttim cümlesini. "Her neyse işte," deyip geçiştirdi. "Kitap veya dilimlik pastalardan alıyorum." Bu sefer tek kaşını kaldırıp elini ensesine götürdü. "Bu ıvır zıvır şeyler için mi para ödüyorum? Biriktirip doğru düzgün bir şey alsana. Bu şeyleri ben sana alırdım." Gözlerimi kısıp işaret parmağımı ona doğrulttum. "Sen? Bana? Alacaksın? Matematikten 50 alırım desen daha inandırıcı olurdu."
"Demek inanmadın... Yarın okul çıkışı önce kitap mağazasına daha sonra kafeye gidelim. Bakalım bu sefer inandırıcı olacak mı?" Kafamı salladım. "Göreceğiz."
"Göreceğiz." Bok.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
surly II
Teen FictionHiç inanmazdım, paralel evren zırvalıklarına. [Subsidiary Role I]