[Can Ozan - Delirmiyorsan Tebrikler]
Siyah renkli, mavi yıldız desenli pijamamı soyunup yırtık kotumu ve kalın bordo kapüşonlumu dolaptan çıkardım. Yavaş ve yorgun hareketlerle kıyafetlerimi üzerime geçirirken telefonum mesaj sesiyle titredi, bir yandan kotumu giymeye çalışırken bir yandan telefonumu elime alıp mesajı açıyordum.
Alkan: Hazır mısın?
Esin: Evet
Alkan: Yeni kalktın değil mi?
Esin: Hayır
Alkan: İyi, bekliyorum aşağıda
Telefonu kapatıp kapüşonlumu da üzerime geçirdim ve pijamalarımı kir sepetine attıktan sonra yatağımı topladım. Tabii ki de yeni kalkmıştım ve ona yalan söylemek hiç de beni rahatsız etmiyordu. Büyük ihtimalle ona yalan söylediğimi biliyordu ama bence onu da pek rahatsız etmiyordu. Ona ilk yalan söylediğimde de inanmamıştı zaten ve rahatsız da olmamıştı.
Ortaokulun ilk yıllarıydı, yani onunla tanıştıktan birkaç hafta sonrası. O zamanlar kaykay değil scooter sürüyordu, bu hoşuma gitmişti ve ben de sürmek istemiştim ama nasıl sürüleceğini bilmiyordum. Ona, bana öğretmesini istememiştim çünkü zaten bildiğimi söylediğimde bana dediği ilk şey, 'Madem biliyorsun, sür o zaman' olmuştu. Ben de bunun altında kalmamak için sürmeyi denemiş ve ilk denememde yere çakılıp ağlamıştım. Benim yanıma çöküp, sen aptal bir yalancısın dediğini hâlâ dün gibi hatırlıyorum.
Patenlerimi elime alıp apartmandan çıktığımda kaykayın üzerine oturmuş telefonuyla uğraşıyordu. "Geldim," diye mırıldandığımda kafasını kaldırdı. Tamamen siyahlara bürünmüştü, saçları taranmış gibi durmuyordu. Beresi elinde oyalanırken dizine yasladığı kollarının altındaki kotunun yırtık olduğunu fark ettim. Pek yırtık pantolon giymezdi aslında ama bugün farklılık yapmak istemişti sanırım.
"Geçen cumartesi günü buluşalım diye benimle randevulaşan sendin yanlış hatırlamıyorsam?" dedi tek kaşını kaldırarak. Patenlerimi kaldırımın kenarına bırakıp Converse'lerimin bağcıklarını çözdüm. "Evet, bendim. Ve dediğimi yapmışsın. Pezevenk birini getirmemişsin," dediğimde istemsiz kaşlarım çatıldı ama o yere çömeldiğim için görmemişti.
O gün pezevenkleri istemediğimi belirttiğimde gülümsediğini anımsadım. Tam o an, bağcıkları bağlayan ellerim titredi.
"Görüyorsun ki getirmedim."
Kafamı kaldırdığımda tepkisiz suratı alışık olduğum bir şeydi. Ayağa kalkıp patenlerime uzanan elim bir anda durdu ve bakışlarım Alkan'ın elinde tuttuğu kaykayda gidip geldi. Bir an istemsiz "Bana kaykay sürmeyi öğretsene," çıkmıştı ağzımdan. Kollarımı birbirine bağlayıp vereceği cevabı beklerken bakışlarından geçmişi hatırlayıp hatırlamadığını çözmeye çalışıyordum ama bu imkânsızdı. Onu bazen kendimden bile iyi tanıdığımı sanıyordum, bazen ise bana; yolda, yanımdan geçen yabancı bir adamdan farksız geliyordu.
Hafifçe eğilip kaykayı ayaklarıma doğru ittirdiğinde ayağımın ucuna çarpıp geri gitti. Kaykayı ayaklarımın altına alıp dengede kalmaya çalıştığımda ani hareketle omuzlarımdan tutup beni durdurdu ve kaldırıma oturtmaya çalıştı. "Aptal mısın? Bağcıkların açıkken kaykay sürmeyi düşünmüyordun değil mi?"
"Aslında evet. Düşünüyordum."
Tekrar ayaklanıp dengede kalmaya çalışırken sadece birkaç saniye sürebilmeyi becerdim. Onun dışında yere düştüm. Bu üç-dört kez tekrarlandı. En sonunda dayanamayıp "Neden hep düşüyorsun? Paten sürmek, kaykay sürmekten daha zor halbuki," dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
surly II
Teen FictionHiç inanmazdım, paralel evren zırvalıklarına. [Subsidiary Role I]