Mittwoch malikânesi, güneşin bütün cömertliğinden yararlanan woch dağının kemerinde yer alıyordu. Malikâne, büyük ve tatlı bir ürkütücülüğe sahip kuleleri, kubbeleri olan; gotik tarzda inşa edilmiş bir yapıydı. Mittwoch malikânesi her ne kadar şehirden uzakta olsa da gayet kalabalık bir nüfusu içinde barındırıyordu. Bu malikânenin girişi taşlardan örülmüş etrafı gelinciklerle kaplı bir yolla taçlandırılmıştı, Malikânenin sahiplendiği geniş arazide, üç hizmetçi kulübesi ve sekiz av kulübesi de dâhil olmak üzere, ahırlar, tarlalar, çiçek bahçeleri, hatta bir arı çiftliği bile vardı. Herkes Mittwoch Malikânesi için Woch dağının tacı diyordu. Bunun yanında Woch dağının civarındaki hemen hemen bütün köylerde Mittwoch arazisine dahildi.
İşte böyle zengin bir mülke sahip olan Mittwoch dükü Philip, yanında masum bir uykuda olan karısı Anne'ye bakarak onun karnına dokundu. Philip'in bir varise ihtiyacı vardı ve Anne bunu ona vermesini istediği tek kişiydi. Philip karısının doğum yapacağı güne iki günden fazla bir zaman kalmadığını hissedebiliyordu.
Philip'in karısının karnına dokunarak hissettiği iki gün bir anda birkaç dakikaya dönüverdi ve hem Anne hem de Philip için sancılı geçen birkaç dakikanın ardından Alex doğmuştu. Onların ilk çocuğu; Philip'in varisi.
Alex'in doğum haberi Fransa'daki amcası Stan'e ancak bir ay sonra ulaşmıştı. Haberi alır almaz apar topar İngiltere'ye geldi ve sevgili yeğeni Alex'in doğumunu kutlamak için büyük bir şölen düzenledi.
Alex için her şey gayet iyi gidiyordu ancak şölen sırasında onunla ilgili bir sorun olduğu ortaya çıkacaktı; tıpkı babası gibi siyah saçlara sahip olan bu beyaz tenli çocuk dünyayı beğenmemiş olacak ki doğumundan iki ay sonra düzenlenen şölen sırasında gözlerini yumdu ve tekrar açmadı. Doktorlar ölümünü ciğerlerinde doğuştan gelen bir soruna yoruyorlardı.
Bu durum karşısında yıkılan Anne ve philp, kelebek misali yaşayan ve ölen Alex'in ardından bir çocuk daha yapmak istemediler çünkü onu da kaybedeceklerinden korktular. Eğer onu kaybetselerdi kendilerini de kaybedeceklerini biliyorlardı. Ancak hem Anne hem de Philp zamanın ağır yumruğu altında ezilerek yaşlanmaya başlıyorlardı; ve asırlardır süregelen Mittwoch soyunun devamını sağlamak Mittwoch Dük'ünün birinci ve en önemli göreviydi.
Eğer philip'in çocuğu olmazsa onun ünvanı kardeşi Stan'in en büyük çocuğu olan Canor'ın olabilirdi ama philip için Alex'in ölümünden sonra, ünvanı kardeşinden gelen bir kuşağa teslim etmek söz konusu dahi olamazdı.
Anne ve Philip'in ikinci çocuğu istendiği gibi bir erkek olmadı, yinede Mittwoch kanı taşıyan bir kızdı o, babası ona daima umudu olduğunu söylüyor ve Anne'ye de onun gibi bir kızı olduktan sonra başka bir varise ihtiyaç duymayacağını söylüyordu. Anne bu duruma hiçbir anlam veremiyordu sonuçta ünvanı erkek almıyor muydu; yinede üçüncü kez çocuk yapmaya niyeti yoktu, korkuyordu çünkü biricik kızı doğarken oldukça zorluk çekmişti ondan önce ki oğlunu ise zaten kaybetmişti.
Philp doğan bu küçük umudun adını Clarissa koydu. Clarissa saçlarını hem babasının dalgalı ve siyah saçlarından hem de annesinin alevimsi kızıllarından almıştı. Bu iki rengin karışımı olan koyu kestane rengi saçları, azıcık bir ışık gördüğünde canlı bir kızıla dönüyordu. Ağladığında annesi kadar masum bakıyordu fakat kızdığında babasının ki kadar sert bakışları vardı ve bu bakışlarla bebekliğinden beri her istediğini elde etmişti.
Clarissa daha bebekken bile o kadar vahşi bir güzelliğe sahipti ki babası son umudunun asla sönmeyecek bu siyah bukleler arasında saklanmış alev parçalarında olduğunu biliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMUT
Romansa18. yüzyılda bir kadının verebileceği en büyük ünvan savaşı. işin içine aşk girmese bu kadar zorlanmazdı belki de kim bilir?