Clarissa Mittwoch, öğlen güneşinin arsız vuruşuyla rahatsızca kıvrandı. Ellerini yüzüne kapatıp ''beş dakika daha'' diye kendi kendine mırıldandı. Dün onun için zor olmuştu, kısaca özetlemek gerekirse; abisinin katili amcasıydı, seyis yamakları aslında ikiz kardeşiydi, babasından öğrendikleri kardeşine öğretecekleriydi ve en berbat olanı, henüz annesine bunlardan bahsetmeye hazır değildi.
Yatakta doğruldu gözlerini ovuşturup ayağa kalktı üzerine sabahlığını geçirip odasının büyük çift kapaklı meşe kapısına yöneldi kapıyı hafifçe aralayıp ''uyandım'' diye nazikçe seslendi. Kapının hemen yanındaki kırmızı kadife kumaşla kaplanmış sandalyeye rahatsızca oturmuş olan Kahya Wilson genç leydisinin kapıyı aralamasıyla doğrulmuş ellerini arkasında birleştirmiş ve başını mağrur bir konumda eğmişti. Kocaman gülümsemesiyle ona seslenen leydisinin sesini ancak üçüncü seferde duyabilmişti; yaşlılık...
''Wilson!''
''Buyurun leydim.''
''yaşlanıyor musun küçük adam!? Sana tam üç kere seslendim.''
''sanırım öyle leydim, bağışlayın.''
''Tanrım! Bu davranışın için seni cezalandırmalıyım moruk. Beklide ben on yaşındayken bana verdiğin cezadan vermeliyim sana ne dersin, hani şu peruk olayında yaptığından? Hatırlıyor musun?''
Wilson sekiz sene önceyi bırakın dün gece ne yediğini bile zor hatırlıyordu, yinede elinde büyüyen bu ufak kızı nasıl mat edeceğini biliyordu. Leydisinin kocaman gülümseyişine bilmiş bir tebessümle cevap verdi ''Belkide ben sevgili düşesimize küçük adam ve moruk kelimelerinden bahsetmeliyim, ya da daha iyisi, üzerinizde yalnız sabahlığınız varken kapıda böyle dikilmeniz konusunda fısıldarım ona? Ne dersiniz leydim?''
''ve şah mat! Bana kahvaltımı Marry ile göndermen karşılığında seni bağışlarım Wilson, Sende kibar davranmışım gibi yaparsın.'' Dedi Clarissa çabucak. Aklında on yaşındayken babasının izniyle Wilson'dan aldığı ceza vardı... Ön bahçedeki beş heykeli temizlemiş ve küçük kuş havuzunu sonbahar yapraklarından arındırmıştı. -Tanrım büyük bir bahçemiz var-
''Yeterince adil küçük hanım.'' Dedi Wilson gülümsedi ve başıyla Clarissayı selamladıktan sonra yavaş, çok yavaş titrek adımlarla ilerlemeye başladı.
Clarissa kapıyı kapatıp çalışma masasına doğru ilerledi ve masada duran mektupları kurcalamaya başladı çoğu taziye mektubuydu; Kont Benwick, Baron Hellion, Marki Calloway, Sör Mean, Vikont Armstrong... Hatta aralarındaki ticari çekişmeye rağmen –ve Clarissa'nın oğlunu rezil etmesine rağmen- Dük Edgar Christopher Benson da taziyelerini sunuyordu.
Zarfları hızla çevirirken kanatlarını bütün yüceliğiyle açmış, pençelerini bütün vahşiliğiyle ileriye uzatmış Tayto Baykuşunu görünce diğer bütün mektuplar elinden kayıp birer birer yere düştüler. Tayto Baykuşu Mittwoch ailesinin yıllardır süre gelen yegâne armasıydı. Aile içindeki mektuplaşmalar bu armayla mühürlenir ya da zarfların kendinde armanın özel bir kabartması mutlaka bulunurdu.
Clarissa'nın elindeki zarfın ön yüzünün tamamını altın varakla işlenmiş arma kaplıyordu. Genç kızın, zarfın arkasını çevirdiğinde sağ alt köşeye şık bir el yazısıyla yazılmış isimi görmesi heyecana kapılmasına sebep olacaktı. ''Amiral Stan Mittwoch.'' Katil...
***
Sevgili Düşes Mittwoch,
Değerli ağabeyimi kaybetmiş olmak beni de sizin kadar üzdü fakat Afrika'daki kolonileri teftiş etmem sebebiyle ancak sekiz ay sonra orda olabileceğim. O zamana kadar hukuksal herhangi bir işlem başlatmaya lüzum görmüyorum oğlum Canor, ve ben İngiltere'ye dönene kadar sevgili ağabeyimin ardında bıraktığı isim sizlere emanet sevgili düşes.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMUT
Romansa18. yüzyılda bir kadının verebileceği en büyük ünvan savaşı. işin içine aşk girmese bu kadar zorlanmazdı belki de kim bilir?