sincap,

41 14 7
                                    

Bir yerde bu dövmeyi ben seçmiştim. Nasıl olmasını istediğim konusunda fikrimin alınmış olması kesindi. Nerede ve nasıl yaptırdığımı hatırlamasam da kendi içimde bu sorunun cevabını bulmayı umuyordum. Halkaları, halkaların renklerini, tüyün boyutunu ve hatta hangi hayvana ait olabileceğini bile düşünüyordum. Zihnimin bana cevap vermesi gerekiyordu çünkü bedenimde anlamını bilmediğim bir şey taşıyordum. Tüm derinliklerimde bunun bir cevabı olduğunu biliyordum.

Cevabını nasıl bulmam gerektiği hakkında fikrim olmasa da.

Bu evde bana ayrılmış odanın iki tarafa açılabilen penceresini sonuna kadar dayadım. Açıkçası Wells' ten bu kadar mütevazi bir ev beklemiyordum. Ondan daha çok kapı tokmağı altın olan ve devasa büyüklükte girişi olan bir konak bekliyordum. Şaka yapıyorum. Ama yinede, düşününce, altın tokmağı beklediğimi fark ettim. Yeşil çarşaf serilmiş çift kişilik yatağın kenarına otururken bir yandan da karşımda bir halı gibi serili duran, uçsuz bucaksız, yeşilin en koyu tonuna sahip ormana baktım. Dağın yüksekliği oldukça fazla olmalı ki ağaçların yana yatmasına sebep olmuştu. Ormana bakmayı sürdürdüm. Bu sırada ormanın içinden kopan bir nefes odamın içine dolmaya başladı. Boğucu mistik koku rüzgarla birlikte odama dolarken, belki dedim, belki burayı zorlarsam sevebilirim. Sevmek için üzerine oturduğum yeşil çarşafı da kaldırır belki daha fazlasına göz dikerek ve sözümü çiğneyerek eski odamdaki babama ait olan tek şeyi de getirip yatak yönümün hemen önündeki sütuna asardım.

Ama tüm bundan henüz emin değildim.

*

Wells, önüme makarna tabağını kibarca koydu. Annem bu sırada yeni evine uyum sağlamak için olsa gerek ortalığın bakarak tozunu alıyordu. Daha ilk geceden bir çok şeyin yerini öğrenmiş olduğunu biliyordum. Wells onun içinde masaya tabak bırakınca annemi çağırmak için dudaklarımı araladım.

"Hadi Jes, bırak artık şunu da masaya gel." Benden önce konuşan sesini duyunca çok sürmeden dudaklarımı geri kapattım. Üzerime yapışmak isteyen alışagelmişliğin varlığını henüz kabul etmiyordum. Wells benim için hala kapının dış tarafında durması gereken biriydi.

Wells'in hayatımıza dahil olmasından bu yana onunla kendi rızamla doğrudan iletişimde bulunmamıştım. Buraya geldiğimiz andan itibarende aynı şey geçerliydi. Ona saygısızlık etmiyordum ki, onu annemi sevdiği için bile suçlamıyordum. Belki Wells ile annem sadece dost olsalardı onu sevebileceğimi bile düşünüyordum. Çünkü kibardı, eli açıktı ve çoğu erkeğin aksine sevgisini göstermekten çekinmediği görebiliyordum. Birde... gerçekten güvende hissettiriyordu. Sanırım annemi etkileyen en büyük özelliği buydu.

"Pekâlâ ilk günden gözünü korkutmayayım. Sonuçta bana bir ömür katlanacaksın." Dedi annem. Wells ile ilgili düşüncelerimin arasından sıyrılırken hayretle anneme baktım. Babam ile birbirlerini ölesiye sevdiklerinden eminken bile annem bu kadar yılışık konuşmuyordu. Şimdi ise, her fırsatta, Wells'in ağzına düşecek gibi duruyordu.

Sinirle makarnamdan bir çatal alırken rüzgardan olsa gerek dışarıdan sesler gelmeye başladı. Annem ve Wells birbirlerine kur yaptıkları için fark etmişe benzemiyorlardı. Sandalyede geriye doğru yaslanıp mutfak penceresinden dışarıyı görmeyi denedim. Sarı ve tüylü olan şeyi fark ettiğimde

"Burada kedi olmasını beklemiyordum." Dedim. Pencereye doğru giderken annem hoşnutsuzca söylendi.

"O şeye dokunmadan önce yemeğini bitir Glass." Pencereyi açıp yumuşak tüylere dokunduğumda her şey için çok geçti. Tüyleri soğuk havaya rağmen yumuşacıktı ve üşümüş olduğu her halinden belliydi.

"Glass, lütfen önce yemeğini yer misin ?" Pencereyi kapatıp, emin adımlarla masaya döndüm. Tabağım ve çatalımı elime alıp bana bakan iki çift göze döndüm.

Glass BrandonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin