YALANCI

2.8K 124 38
                                    

2

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

2.BÖLÜM

"Eğer buraya, bana geldiysen, beni tanıyacaksın çünkü ben, senin için geleceğim!"

Bana karşı sarf ettiği sözcükler karşısında kısa süreli bir şaşkınlığın ardından, sıkıca kavradığı bileğimi ne kadar çekmeye çalışsam da güçlü parmaklarının oluşturduğu baskı karşısında üzerinde hiçbir etki oluşturamamıştım.

Görüşme başladığından beri, köşede bizi izleyen gardiyan hızla yanımıza gelip ona yüksek sesle,

"Yekta, bırak kolunu, ne yapıyorsun sen?" dedi.

Bu sözler üzerine tepkisizce kolumu bırakıp, arkasına yaslandı.

Gardiyan bana doğru çevirdiği esmer yüzüne bıkkın bir ifade yerleştirmiş ve artık gitmem gerektiğini imâ eden bir ses tonuyla,

"Sizin de galiba konuşmanız bitti, dışarı çıkabilirsiniz."dedi.

Şu son beş dakika da olanlar şimşek hızında zihnimden geçtiğinde, içimden bir ses ne olursa olsun buradan elim boş gitmemem gerektiğini söylüyordu. İki haftadır bu makale için uğraşıyordum ve haberdeki asıl can alıcı nokta zanlıyla yapacağım kısa da olsa röportajdaydı. Eğer bu detayı yakalayamazsam yapacağım haberin ne anlamı kalırdı ki? Buraya kadar gelmiş, onun karşısına oturabilmiştim ve şimdi aptallık edip buradan öylece gitmeyecektim. Sadece biraz ılımlı yaklaşmak yeterdi. Madem anlaşma istiyordu o zaman ona ölü doğan bir anlaşma sunmalıydım.

Gardiyana baktım ve ona kararlı bir sesle,

"Sadece beş dakikaya daha ihtiyacım var ona son olarak bir şey sormak istiyorum." Dedim.

Gardiyan, kareye benzeyen esmer yüzündeki memnuniyetsiz ifadeye rağmen, anlamadığım bir şeyler homurdanarak odadaki eski yerine döndü.

Ona baktığımda arkasına yaslanmış, ifadesiz gözlerini üzerime dikerek, ne söyleyeceğimi bekliyordu.

"Tam olarak benden ne istiyorsun? Bu söylediklerinin anlamı ne?"

"İlk olarak sana istediğin soruların cevabını vereceğim ve bunun karşılığında tek bir isteğim olacak."

"Neymiş, o tek istediğin?"

"Söz." Dedi "Sadece bana söz vermeni istiyorum!" Konuşurken hiçbir mimiği oynamadı, sadece dudakları hafifçe kıpırdandı. Yüzü dalgasız bir deniz gibiydi, sakin ama en ufak bir rüzgarda en büyük dalgasını göstermek için zaman kollayan bir deniz.

"Peki, söz veriyorum!"

Bu cevabı hiç düşünmeden söylemiştim çünkü tek derdim ona şu soruları sorabilmekti. Ona verdiğim sözün ne önemi vardı ki? Hayatının sonuna kadar buradan çıkamayacaktı ve eminim ki bu kapıdan çıktığım anda beni unutacaktı zaten. Onun gibi birine karşı içimde taşıdığım merhametin zerre kırıntısını bile harcayamazdım. Ölüm, benim için kavrayamadığım, içinden çıkamadığım ve anlamlandıramadığım bir olguydu. Evet belki, varlığımızın bir getirisiydi ve her canlı için kaçılmazdı bu son ama kimse onun gibi biri tarafından zamanı gelmeden gitmeyi haketmezdi. Onun birilerinin elinden yaşam hakkını aldığı düşüncesi bile ona karşı duyduğum iğrenmeyi kat kat arttırıyordu. Tüm bu düşüncelere sahipken nasıl onu dinleyip, onun için bir şeyler yapabilirdim ki?

KELEBEĞİ ÖLDÜRMEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin