ŞEYTANIN İNİ

1.6K 63 29
                                    

**Bıçak, beni ona mühürledi.**

6.BÖLÜM

İçimde büyüyen, asla sönmeyecek sinsi bir ateş yükseliyor, bedenimin içine sıkışmış ruhumu aleve veriyordu. Harlanan ateş elbet sönecekti. Benim matemime tutulan alkışların tınısı benden kalan son kırıntıları da süpürecekti o zaman.

Yok olacaktım.

Belki de çoktan yok olmuştum.

Daha ne kadar ruhuma katran katran sızarak, kalan son saf parçamında katili olan tarafımdan kaçabilirdim ki?

Yaktığım en büyük ağıtlarım kendim içindi. Maskemin arkasında kalan ben içindi. Dünyanın bile daima yarısı karanlığa gömülmez miydi? Tıpkı benim gibi...

Boğazıma takılan burukluğun sebebi bu adamdı. Bana beni hatırlatan adam... Belki de bu yüzdendi ona karşı ördüğüm tüm duvarlar. Ona karşı attığım tüm taşlar, aslında ayna misali kendimi yerle bir etmek içindi. Çünkü o, benim aslıma tuttuğum aynamdı.

Zihnime sızan düşüncelerimle sarsılırken elimdeki peynir, dolu kaseyi masaya bırakıp, bakışlarımı saate çevirdim. On beş dakikadır içerde ne yapıyordu? Zihnimi bulanıklaştırıp beni suçluluk psikolojisine sürükleyen konuşmamızın ardından, bir şeylerle meşgul olabilmek adına rotamı buzbolabına çevirip, kahvaltı hazırlamaya başlamıştım. Artık onun hakkında bildiğim, belki de onu yaralayabilecek tek şeyin ne olduğunu biliyordum. Herkesin bir zayıf noktası elbette vardı ve hiç kuşkusuz, onun ki de ailesiydi. Onları özlüyor olabilir miydi? Bir kere daha saate göz attım. Odada harekete dair hiç bir şey yoktu. İçimden gelen bir dürtüyle hızlıca holü geride bırakıp, banyonun kapısında durdum. İlk anda, hiç bir şey işitmesem de, dikkatle dinlediğimde içerde birileriyle telofonda konuştuğunu duydum. Sesi boğuk ve kesik kesikti. Duyabilmek için kapıya yapışmam gerekti.

"Sana bekle dedim." Sesi, duruşmada alınan kararı açıklayan bir hakimin resmiyetindeydi.

"Şüphe yok. İz yok. Tanık yok. Her şey lehimize."

Aniden kesilen sesin ardından duyduğum hışırtıyla, yaslandığım kapıdan uzaklaşıp, odaya geri döndüm. Kaldığım yerden kahvaltı hazırlamaya devam ettim. O, da peşimden odaya girdi. Bir kaç saniye daha oyalansaydım, onu dinlediğimi duyması kaçınılmazdı.

"Çabuk, ne yiyorsan ye! Gitmemiz gerek."

Şaşırmıştım. Mutlaka her yerde aranıyordu ve bu durumda dışarı çıkmak istiyeceği aklımın ucundan bile geçmezdi.

"Nereye?" Diye sordum cevap alamayacağımı bile bile.

"Gidince görürsün. Çabuk ol!"

Bu sefer irdelemek yerine, tamamen kahvaltıma odaklandım. Zaten az önce onu yaralayacak sözler söylemiştim ve şu an sinirli olduğu yüz hatlarının gerginliğinden belliydi. Saatlerdir hiç bir şey yememiş olmama rağmen, sadece bir fincan sütlü kahve ve biraz da tarçınlı çöreklerden yiyebilmiştim. Bu kadarı benim günü kurtarmam için yeterliydi. En azından şimdi ilaçlarımı içip, sakin bir gün geçirebilirdim.

Ayağa kalkıp, masadaki tabakları elime aldığımda,

"Şimdi git giyin, sonra toplarsın!"dedi.

Bana karşı yöneltilen bu emredici sesten hiç hoşlanmasamda, elimdeki tabağı tekrar masaya bırakıp, odama doğru ilerledim. Beni nereye götürüyor olabilirdi ki? Odama girdiğim de kendimi yatağımın üzerine atıp, saatlerce hiç bir şey düşünmeden uyumak istedim. Kalktığımda da tüm olanların korkunç bir kabustan ibaret olarak kalmasını. Ne yazık ki her şey burdaydı, olanlar tüm gerçekliğiyle karşıma dikilmişti.

KELEBEĞİ ÖLDÜRMEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin