Yürüyen bir ölü gibi... Yaşıyor ama hissetmiyor, ölü ama hala nefes alıyor.
Arafta gibi...
Bir gülüşü var, bütün karanlıklar önünde diz çöker. En duygusuz insanın bile kalbini ısıtır.
"Acıları büyük olan insanların, gülüşü güzel olur" derler ya hakikaten doğru. Gülüşüne ömür verilir. İyi bir ressamın çizimi gibi, kusursuz. Gülüşü birçok duygunun tarifsiz karmaşası gibi... Baktığında mutluluk hissediyorsunuz, biraz daha baktığında öfke, biraz daha baktığında acı, biraz daha baktığında endişe ve kaygı... En derinden baktığında ise korkuları görüyorsunuz.
"Abartma ya alt tarafı basit bir gülüş" deyip geçmeyin. O gülüşü var ya, bir ressamın çizmeyi isteyeceği kadar mükemmel, bir yazarın kaleme almayı isteyeceği kadar duygu dolu ve bir psikologun çözmeyi isteyeceği kadar karışık; KARMAKARIŞIK...
Cennetin kısa bir fragmanı ve cehennemin kavurucu sıcaklığı gibi. İnsanın yüreğini yeşertip, ateşiyle kavurabilecek gibi. Gri renge bürünmüş resmen gülüşü. Siyahın asaleti ve beyazın saflığının ortaya çıkarmış olduğu en kusursuz tebessüm...
Onun tek gülüşü, yaşadığı bütün acılara karşı attığı büyük bir çığlık, isyan. Ruhunun yere düşmemesi için verdiği bir savaş. Sırtından ve yüreğinden aldığı hançerlere karşı verdiği büyük mücadele.
Gülüşü karanlık sokaklara aydınlığı getiren parlak güneş ve yine gülüşü, kıyılara vuran dalgalar misali; huzuru yaşattırıyor yüreklerin en derinlerinde...
Fakat buna karşın, gülümsediği her resim donuk, her resim acıyla yoğrulmuş ve öfkeyle kavrulmuş.
Çokça esrarengiz...
Kapı tarafında kalan sehpanın üzerindeki radyoda çalan şarkı bütün dikkatini bir anda dağıtıyor. Bir cümle var ki sanki bütün hayatını özetliyor gibi:
" Sıkıştığın o küçük evinde buluyor seni YALNIZLIK" yine yüzüne o masum gülümsemesi yapışıp kaldı. Keyifle sırtını koltuğa yaslamış sigarasını içiyordu. Muhtemelen saat gece yarısını çoktan geçmişti. Odadaki zifiri karanlığı yarıp geçen sokak lambasının titrek ışığı gülümsemesini aydınlatıyordu. Gözleri ise pencerenin sınırına takılmıştı, seçilmiyordu.
Keyfi yerine gelmiş gibi ağır ağır doğruldu. Sanki bir tiyatro perdesinin kalkışı gibi, gözlerine vuran karanlık aydınlığa kavuşuyordu. Dirseklerini dizlerine bastırıp, parmaklarını havada birbirine kenetledi ve bakışlarını bakışlarımda birleştirdi.
İMKÂNSIZ! Hayır! O masum gülüşün sahibi, bu kadar karanlık bakamaz. Bunda bir terslik olmalı. Zifiri karanlığa alışmış gözlerim, aydınlıktaki bakışlarını seçemiyor olmalıydı.
Gözlerinde aç bir sırtlanın karanlığı vardı. Öylesine acımasızdı ki, kurbanını canlı canlı yemekten çekinmeyeceği belliydi. Tanıdığım kadarıyla hiç kimseye böyle bakmamıştı. Peki, neden ben? O masumluğa nasıl bir zarar verdim de gözlerindeki sevgiyi çürüttüm? Bakışları ne zaman bu kadar karardı? Öyle bir bakıyordu ki bütün ışıkları ortadan kaldırıp, odayı karartan gözleriydi. Bakışlarının çevresinde birkaç yorgunluk çizgisi, biraz bitmişlik ve bir o kadar umutsuzluk... Kararlıydı. Gözlerinden anlaşıyordu. Herkesi yok edecek gücü yoktu. Aramızdaki en güçsüz kişiyi seçip, bütün suçu ona yıkmıştı. Aslında haklıydı. Ben suçluydum. Çünkü zayıftım. Boynum her zaman kıldan inceydi. Yediğim her hançere rağmen güvenmeye devam ediyordum. Güvenmekten vazgeçmiyordum. Derler ya sonucunu bile bile kendi mezarımı ellerimle kazıyordum. Ama ben bir insanım, güvenmeyi istiyordum. Sevgiye ihtiyacım vardı. Sadece biraz sevilebilmek için nelerden fedakârlık etmiştim oysaki. Şimdi en güvendiğim insan bir sırtlana dönüşmüştü. Şimdi anladım o beni hiçbir zaman sevmedi. Az sonra bütün insanlığı öldürecekti, bütün duyguları. Gözbebekleri büyümüştü rengi seçilmiyordu. Sadece siyahlık vardı, aydınlatacak başka hiçbir renk yoktu. Gözlerinde görebiliyordum. Şuan çok huzurluydu, acı veren herkesten birazdan kurtulacaktı. İçinde savaşlar başlatan sesleri susturacaktı.
Peki, ben neden huzurluydum. Neden ağlayıp yalvarmıyordum. Durmasını istemiyordum. Ne bir gözyaşım vardı ne de soğuk bir damla ter... Şokta mıyım acaba, neyin etkisindeyim böyle. Katliama seyirci kalıyordum. Yorulmuş muydum acaba? Umutlu günlere inanmak zorlaşmış mıydı? Biliyorum, buradan kurtuluş yok artık. Sigarasından bir nefes daha aldı. Yüzünün ekşimesine bakılırsa ateş, izmarite dayanmıştı.
Vakit geliyor...
Eğilip izmariti küllüğe bastırdı. İşte o an sehpanın üzerinde parlayan silahı fark ettim. Kalbim özgürlüğe uçan beyaz bir güvercin gibi çırpınmaya başladı. Silahı sağ eliyle kavradı. Eli titremiyordu. Belliydi, korkmuyordu. Suçluydum, biliyordum. Mermiyi namluya sürdüm. Şakağıma dayadığımda, namlunun soğukluğu iliklerime kadar işledi. Bunu görmeye dayanamazdım. Saatlerdir kendimi izlediğim aynayı sehpaya doğru ittirdim. Aynanın sehpaya çarpıp parçalanışı, hayatım boyunca yaşadığım bütün kalp kırıklıklarının tasviriydi. Bitmiş bir sigara paketi daha. Yolun sonundayım. Son kez ışığa baktım ve derin bir nefes aldım. Her ne kadar nikotin genzimi yaksa da, bu son nefesim olacaktı. Daha fazlasına mecalim yoktu.
Yorgundum... Sonsuz uykuya ihtiyacım vardı, sonsuz huzura...
"TAK"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YARIM KALANLARIN HİKAYELERİ
Short StoryYaşamak her insan için eşit değildir. Hayat bazılarımız için oldukça acımasız, bir o kadar can yakıcıdır. Monoton giden hayatlarımız bir anda değişir ve her şey tersine dönebilir. Ya da bütün bu terslikler bazılarımız için monotonlaşmıştır. Hepim...