URAZ PARS

83 36 2
                                    

İlahi adaletin sağlanması için, birilerinin mutsuz ve haksızlığa uğraması gerekiyordu. Biri uğultulu kalabalık arasından, elini semaya doğru yükseltti:

"BEN" dedi. "BEN, BU HAKSIZLIK VE MUTSUZLUKLARA GÖNÜLLÜYÜM!"
Uğultu yerini, korkunç bir sessizliğe teslim etti. Konuşan küçücük bedene sahip, zayıf bir çocuktu. Gerinerek kalabalığı inceledi ve belki de son kez yüzüne koca bir gülümseme yerleştirdi...

Giderek karardı gökyüzü ve gönüllü küçük adam, adalet için gönderildi adını "İNSAN" koyduğumuz canavarlar arasına...
Bütün mutsuzlukları hissedecekti, iliklerine kadar. Bütün haksızlıkları tadacaktı bir bir, iyilikle dolu kalbine inat. Sözleri titreye titreye  yürümeyi öğrenecek  ve belki de bugün son kez gülümsemiş olacaktı...

O küçük gönüllü adamın adı "URAZ PARS BILEKE" idi...

Babasının tok  sesiyle uyandı, tatlı uykusundan. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Kendine henüz gelememiş, sersemlemişti. Odasından çıktı. Koridorda yalpalayarak yürüyüp, salona geçti. Babası üçlü koltuğa yayılmış, bacak bacak üstüne atmış, onu inceliyordu.

"Gel" dedi, yine o tok sesiyle. "Gel yanıma otur."
Küçük adımlarla koltuğa doğru  ilerledi ve babasıyla arasında iki karışlık mesafe bırakarak, yanına oturdu. Minik parmaklarıyla gözlerini ovuşturup, babasına baktı. Gecenin bir yarısı onu uykusundan uyandiracak kadar önemli olan şey neydi acaba?

"Mahallede kavga çıkmış, duyduğuma göre sadece uzaktan izlemişsin, doğru mu?"

"E...Evet" dedi çocuk, biraz titreyerek.
O sert bakışlar yerini şefkatli bakışlara, tok ve sert çıkan ses ise yerini yumuşak bir tona bıraktı.

"Bugün seni daha güçlü biri yapacağım!" dedi babası.
Uraz ellerini dizlerinin arasına koyup, merakla babasına baktı. Tam "nasıl?" diye soracak iken, babası yüzüne sert bir tokat indirdi. Sarsıldı çocuk. Bir elini koltuğun kenarına dayayıp, kendini yere düşmekten kurtardı. Tam doğrulacak iken, bir tokat daha yedi yüzüne. Anlaşılan babası bir şeylere öfkeliydi, bunun hırsını da ondan çıkarıyordu.
Tekrar doğruldu, yeni bir tokatın geleceğini biliyordu. Uraz karşılık vermemek için, ellerini sırtına götürdü ve birbirine kenetledi. Yanağı kıpkırmızı olmuş, gözleri dolmuştu. Bakışlarını yeniden babasına çevirdi. Adam gülümsedi:


"Bugün güçlü olmayı öğreneceksin. Sabaha kadar öğretmiş olurum."

Başını onaylarcasına salladı çocuk. Bu, babasından yediği ilk dayak değildi, muhtemelen son da olmayacaktı.
Bir tokat daha indi o masum yüzüne.
Bir tane...
Bir tane daha...
Yüzü kan kırmızısına dönüştü ve yavaş yavaş oluşan morluklara. Sesini bile çıkarmadı Uraz. Öyle ki gözünden tek damla yaşın akmasına dahi, izin vermedi.
Kalbi haykırışlarda iken, susuyordu dili. Aklı kendini koru derken, kenetlenmişti elleri...
Benliğini yavaş yavaş yok eden adam, nasıl güçlü olmayı öğretecekti? Bu, canını acıtmaktan başka bir işe yaramıyordu ki...

Bir tokat daha...

Durdu adam, cebinden sigara paketini çıkarttı:

"Güçlü olmayı öğreniyor musun Uraz Bey?"
Paketinden bir sigara çıkarıp yaktı. Uraz soruyu onaylarcasına başını salladı. Aslında o an yüreğinin acımasını öğreniyordu. İçinde kopan fırtınaları bastırıp, susmayı... Ama kesinlikle güçlü olmayı değil.

Vücudu sarsılmıştı çocuğun. Yüzünden bütün vücuduna yayılan bir acı başlamıştı.

Titriyordu bedeni...
Titriyordu yüreği...
Titriyordu benliğinin temelleri...

Ayağa kalktı adam, sigarasını içerken volta atıyordu salonda.

"Yok öyle köşede oturup kavga izlemek."
İnsan çocuğunu kavgadan uzak tutmalıydı, güzel şeyler öğretmeliydi. Mesela; o masum yüzüne tokatlar degil, öpücükler inmeliydi. Mesela; o parıldayan gözlerde korku değil, hayaller olmalıydı. Bir baba çocuğuna bunu nasıl yapabilirdi? O küçük bedene nasıl kıyabilirdi? O koca evde neden kimse itiraz edemiyordu, ETMİYORDU?
Sigarasından son bir nefes daha çekti adam. İzmariti küllüğe bırakırken, çocuğun yüzünü inceledi. Koltuğa doğru yaklaştı ve bu sefer çocuğun diğer tarafına geçip, oturdu. Uraz bakışlarını yerden çekip, babasına çevirdi. Bu kez diğer yanağına indi tokat, tereddütsüzce. Sarsıldı yine çocuk. Tekrar vurmak üzere eli havaya kalktığında, Uraz gözlerini kapattı. Attığı tokadı görmezse, belki daha az acır ümidiyle, yumdu gözlerini. Vücudunu iyice sıktı. Bir tokat daha indi yüzüne. Gözlerini kapatsın ya da kapatmasın, acıyordu yine de canı. Doldu tekrar parıldayan gözleri ve inadına yine sustu dili.
Adam arkasına yaslandı:

"Defol git odana, yeterince yoruldum!"
Başını onaylarcasına sallayıp, ayağa kalktı çocuk. Acıdan beyni uyuşmuştu. Aniden ayağa kalkınca da başı döndü saniyelik. Ayakları birbirine dolaştı ve sendeledi.
Öfkelendi baba:

"BEN saatlerdir sana güçlü olmayı öğretiyorum, değil mi?" diye bağırarak sordu.
Ayağa kalkıp çocuğun önüne geçti ve iki tokat daha attı.

"Bir daha acıyı hissetmeyeceksin. Şimdi, DEFOL!"

Uraz bir kez daha babasına baktı ve koşarak odasına gitti. Kendini yatağın üzerine attı ve başını yastığa gömüp, hıçkırıklara boğuldu. Canı acıyordu, çok acıyordu. Saatlerce ağlayıp, döktü içindekileri. Çocuktu ya o! Masum, küçük bir çocuktu. Ne kadar katlanabilirdi ki bu acıya? Bedeni morluk ve kızarıklıklarla kaplıydı. Vücudunun her zerresi acıyordu. Fakat belli etmiyordu.
Başını yastığından kaldırdığında, sabahın ilk ışıkları odayı aydınlatmaya başlamıştı. Yatağının yanındaki küçük pencereye yaklaştı. Yağmur çiseliyordu. Sanki gökyüzü herkesten gizlediği gözyaşlarını, yeryüzüne akıtıyordu. Minik ellerini semaya doğru yükseltti. Hayatının güneşli olması için, dualar etmeye başladı. Mutlu bir aile tablosu ile, gözlerini açmayı diledi. Sonra gökyüzüne tekrar bakıp, yatağına yattı. Bedeni yorgun düşmüştü. Zaten çok geçmeden uyuyakaldı.

Saat sabahın dokuz buçuğunu gösteriyordu, gözlerini açtığında. Doğruldu yatağında, minik parmaklarıyla gözlerini ovuşturup, yatağından çıktı. Küçük pencereye yaklaştı tekrardan. Yağmur dinmiş, yerini güneşli bir havaya bırakmıştı. Gülümsedi. Bugün top oynamaya çıkabilirdi. Ama önce kahvaltı yapmalıydı. Hemen mutfağa doğru koştu. Sofrayı görür görmez, yüzünü koca bir gülümseme kapladı. Sofranın tam ortasında en sevdiği yiyecek duruyordu. SÜTLÜ EKMEK... Hemen sandalyeye yerleşti ve tabağına iki tane sütlü ekmek aldı. İştahla yemeye koyuldu.
Sanki dün gece hiçbir şey yaşanmamış gibiydi. Şu an hiç canı yanmıyormuş gibiydi.
Sanki sofradaki hiç kimse ona acı vermiyormuş gibiydi.

VE SANKİ MUTLU BİR ÇOÇUKMUŞ GİBİ...

YARIM KALANLARIN HİKAYELERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin