Bazı günler vardır, ne unutmak işe yarar, ne de hatırlamak. Bazı insanlar vardır, ne nefret işe yarar, ne de sevgi. Bazı düşünceler vardır, ne onları yok etmek işe yarar, ne de kabullenmek. İşte o günlerden birisi gelip çatmıştı Çağıl için. Bugün annesinin öldüğü gündü ve ne yapacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Onu hatırladıkça canından can gidiyordu, annesine tüm hücrelerine kadar bağlıyken ondan bir o kadar da uzak olması ve onu bir daha asla göremeyecek olması, ona iliklerine kadar acı veriyordu. Ve bir süre sonra bu acı Çağıl'a fazla gelmeye başlıyordu. Küçük ve cılız bedeni gecenin bir yarısı yere yığılıp kalıyordu. Kendi çığlıkları arasında kaybolurken, kendi gözyaşlarında boğulurken hiç kimse onu görmüyordu bile. Babası ise her gün başka kadınlarda umudu arayıp yere çakılıyordu.
Ve kimse onları görmüyordu, babası bile kızına körken, ondan nefret ederken neden bir başkası onu sevsin ki? Bu gerçekler her seferinde Çağılda bir bardak çiğnemiş hissi yaratırdı. İşte bugün annesinin öldüğü gündü. Ne unutmak yarıyordu bugünü, ne de hatırlamak bir işe yarıyordu. Ve bugün Mert'i tanıdığı da gündü. Onu tutunabileceği bir dal olarak görmüştü lakin unuttuğu bir nokta vardı ki o dal çoktan kırılmıştı. Ve o dala elini sürseydi sadece kendi elleri acıyacaktı. Tıpkı şu an yüreğindeki sızının canını acıttığı gibi.
Çağıl artık daha fazla bu düşüncelere dayanamayarak kendisine bir çıkış kapısı yaratmak için dışarı çıkma kararı aldı. Usulca gözlerini açtı ve etrafa göz gezdirdi. İçinde bulunduğu oda ona bir zindanı hatırlatıyordu ve içindeki her bir eşya onun zindanındaki oyuncaklarıydı. Yavaşca ayağa kalktı ve üzerine en sevdiği kıyafetlerini geçirdi. Daha sonra masanın üzerinde duran telefonunu eline aldı ve çantasına atarak evden dışarı çıktı. Şu an o bu durumdayken babasının nerede ne yaptığına dair bir fikri yoktu ama şunu çok iyi biliyordu ki, ayakları onu Mert'in yanına götürecekti. Bu gerçek onu az da olsa heyecanlandırmıştı, çünkü şu an ona iyi gelebilecek tek kişi o'ydu ve aynı zamanda kötü gelebilecek tek kişi de yine o'ydu.
Bir süre sonra Çağıl kafasındaki düşüncelerden kurtularak adımlarını hızlandırdı ve Mert'in olabileceği yerleri not ettiği defterini çantasından çıkartarak bir göz gezdirdi. Şu an için en mantıklısı okulun ordaki park gibi gelmişti ve bu nedenle adımlarını o yöne doğru değiştirdi. En sonunda adımları gittikçe hızlanıyordu, iyileşmesi için ilacına kavuşması gereken birisi gibi davranıyordu şu anda. O ilaç onu iyileştirebilecek tek şeyken, ulaşamayacağı tek şey de yine o ilaçtı. Ve bir süre sonra parka geldiği zaman banklarda oturan Mert'i gördü. Etrafında arkadaşları dahil birçok insan vardı. Ve ellerinde de sigara vardı. Yüzü düştü, çünkü sigara içmesini sevmiyordu. Annesi de sigara içiyordu çünkü. Ve bu benzerlik onu biraz da olsa üzüyordu.
Çağıl düşüncelerinden sıyrılıp, Mert'i izlemeye başladı. Onun o güzelliği karşısında kendisinin bir o kadar güzel olmayışı aklına geldikçe yüzü düşüyordu. Hiçbir zaman Mert onu beğenmeyecekti, hiçbir zaman onu sevmeyecekti. Çünkü Çağıl çirkindi ve çirkinler sevilmezdi. Ama Mert o kadar güzeldi ki, sanatsal bir güzelliği vardı. Çağıl onu izlerken tekrardan onu ne kadar çok sevdiğini fark etti ve kalbindeki yangını söndürmeye çalışan bir gözyaşı kaydı kalbine doğru. O an Çağıl telefonunu çantasından çıkararak Mert'e bir mesaj yazdı.
Bilinmeyen numara: Çok güzelsin Mert, çok güzelsin.
Bilinmeyen numara: Ve o kadar güzelsin ki, seni gördüğüm an nutkum tutuluyor.
Bilinmeyen numara: Ve o kadar mükemmelsin ki, seni gördüğüm zaman dizlerimin bağı çözülüyor ve ben yere yığılıyorum.
Bilinmeyen numara: O kadar güzel gülüyorsun ki, gülüşündeki ışıltı beni benden alıyor,
Bilinmeyen numara: Ve sen Mert, şu an dibinde olmama rağmen beni görmüyorsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
no tears left to cry: texting
Short StoryBilinmeyen numara: yani, neden? Mert: efendim? Bilinmeyen numara: boş versene. -03.08.2017 Kısa Hikaye #2