Mert'in ağzından
**
Bilinmeyenle konuştuktan hemen sonra arkadaşlarımın yanına gitmiş, onlara olanları anlatmıştım. Başta bana pek inanmamış olsalar da, onlara konuşmaları gösterdiğim zaman mecburen inanmışlardı. Ne demiştim, sakla ss'i gelir zamanı.
Onlara olan biteni anlattıktan sonra, bana birkaç fikir vermişlerdi ama pek işe yaracağından emin değildim, benim arkadaşlarımdan anca benim gibi bir şey çıkardı.
Bizim okuldaki kızları düşünmüştük, hangileri olabilir diye ama aklımıza hiçbiri uygun gelmiyordu. Zaten bilinmeyen de mahkeme kararı ile bilmem kaç metre yanıma yaklaşmıyordu ve bu durumda onu çevremde görmediğime adım kadar emindim. Büyük bir ihtimalle daha önce hayatımda olan birisiydi ama benim çok fazla arkadaşım vardı ve daha önceden hayatımda olduğunu bana sürekli "ben senin bir parçanım." demesi kanıtlıyordu.
Tüm bu zaman boyunca cevabı bulmak istersem bulabileceğimi söylemesi bana kendimi kötü hissettirmekten başka bir işe yaramıyordu. Bu kadar mı kördüm? Kalbimin kapıları bu kadar mı kapalıydı? Üstelik bu kadar kafa patlattıktan sonra hala bir fikrimin olmamasıyla kendimi ekstra salak gibi hissediyordum.
Daha fazla arkadaşlarımın yanında vakit harcamamaya karar vererek eve doğru yürümeye başladım. İlk defa umrumda olmayan bir şey hakkında bu kadar çok düşünüyordum ve bu da artık canımı sıkmaya başlamıştı. Ama ben onun gibi değildim, bir söz vermiştim ve o sözü tutacaktım.
Eve geldiğimde odama geçmiş, yatağıma uzanıp düşünmeye başlamıştım. Düşüncelerime eşlik eden bir şarkı beni sarmalamıştı. Acaba gerçekten imkansızla eş mi değerdi bilinmeyeni bulmam yoksa bir ihtimal var mıydı bilmiyordum, hiçbir şeyi bilmiyordum. Kimdi, kaç yaşındaydı veya nasıl birisiydi bilmiyordum. Onu hiç tanımaya çalışmadım, o tanımamı istedikçe daha da tanımsızlaştırmaya çalıştım onu.
O her bana kalbini açtığında daha da ittim kendimi ondan, daha da çektim kendimi onun kalbine. Ama şimdi artık onu tanımak istiyordum, sevgisini değil, benliğini tanımak istiyordum. Aylardır konuştuğum kişinin kim olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı, belki beni hiç kazanamamıştı ama şimdi kendi elleriyle beni bir anlamsızlığa itmesini istemiyordum. Bana birkaç ipucu bıraktığını söylemişti ve ben de ona, onu bulacağıma dair bir söz vermiştim ama gerçekten bulabilecek miydim? Belki evet, belki hayır.
Onu tanıdıktan sonra ne olacak, eline ne geçecek Mert, diye düşünmüyor değildim. Bu iş iyi mi sonlanır kötü mü hiçbir fikrim yoktu. Belki de sonuçlardan korktuğum için işin sonlanmasından kaçınıyordum içten içe, ama yüzüp kuyruğuna gelmiştik nihayetinde. Onu bu kadar zorlarken ne düşünüyordum bilmiyorum ama artık olan olmuştu ve tüm bunlarla yüzleşmek zorundaydım.
Düşüncelerimle bir savaş içerisindeyken, kapı zilinin çalması ile irkildim. Adımlarımı kapıya yönelterek kapının önünde durdum. Kapı deliğinden dışarıya bakarken bir beden görebileceğimi düşünüyordum, bir boşluğu değil. Kapıyı açtım ve etrafa bakmaya başladım. O sırada gözüme yerde duran kutu ilişti. Kutuyu aldım ve kapağını açtım. İçinde birkaç not ve bir fotoğraf vardı. Fotoğrafı elime aldığım zaman fark ettim ki, bu ben ve Çağıl'dı. Peki ya neden şimdi bu fotoğraf benim elime geçmişti ki? İşte bir cevapsız soru daha.
Küçük notları açtığım zaman, notlarla birlikte gözlerim de açılmıştı. Bu notlardaki yazılar bilinmeyenle benim yazışmalarımdı ve bir de pamuk şeker vardı. İşte o zaman aylardır kendime ve ona sorduğum sorunun cevabını elimde tuttuğumu farkettim; bilinmeyen, Çağıl'dı. Ama hala elimde kesin bir kanıt yoktu, sadece konuşmaları elimde tutuyor oluşum bilinmeyen'in Çağıl olduğunu kanıtlar mıydı ki? Bilmiyordum ve bunu bilmemin tek yolu bir yere gitmekti ama nereye?..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
no tears left to cry: texting
Short StoryBilinmeyen numara: yani, neden? Mert: efendim? Bilinmeyen numara: boş versene. -03.08.2017 Kısa Hikaye #2