1- Tanrı ve Tanrıçalar

2.8K 244 191
                                    


Eivør - Mjørkaflókar

Apollo: Güneşin, ışığın, müziğin ve bilgeliğin tanrısı.

Demeter: Tarımın, hasatın ve verimliliğin tanrıçası.


   "Hasat mevsiminin ilk günü yarın, biliyorsun değil mi?"

   Yerdeki çiçeklere ufak dokunuşlar bırakıp memnuniyetle gülümsemekte olan oğlan, elinde kocaman bir sepetle yanına gelen annesine baktı ve dediği üzerine kafasını hafifçe salladı.

   Hasat mevsimi.

   Tanrıların ve tanrıçaların yeryüzüne hediyelerini bıraktıkları mevsim.

   "Bu akşam krallıkların birleşmesini kutlamak adına şehir merkezine iniyoruz."

   Oğlan duraksadı ve suratında şaşkınlıkla korku arasında karışık bir ifade belirdi. Krallıkların birleşmesi... Her hasat mevsimine girişte, bunu kutlamak için dünya çapındaki 13 krallık bir araya gelirdi ve her aile, 18 yaşına ayak basmış olan çocuğunu öne sürerdi.

   Tanrılar ve tanrıçalar onu onurlandırsın diye.

   Bu onurlandırma ya alınlarına konan bir öpücükle olurdu, ya da ruhlarının bu bedeni terk etmesiyle. Bir bakıma çocuklarını kurban ettikleri de söylenebilirdi bu durum için. Eğer bir çeşit fantastik kitabın içinde olsalardı bir kahraman çıkıp da bu kısır döngüye son vermeye çalışabilirdi ama hayır, onların dünyasının gerçeği buydu. Yegâne gerçeği. Her ne kadar bundan korksalar da karşı çıkabilecekleri bir güçleri yoktu, onlar sadece bir avuç insan topluluğuydu sonuçta, değil mi?

   "Beni de meydana bırakacak mısın, anne?"

   Hüzünlü bir çift kahverengi gözün üzerinde gezmesinden rahatsız olan kadın, boğazını temizledi ve henüz yıkamış olduğu çamaşırları asmak üzere sepeti yere koydu. Islak kıyafet parçalarını bir bir alıp ipe asarken cevap vermemeyi tercih etti, sessizlik bazen verilebilecek tek cevaptı onlar için.

   Oğlan sertçe yutkundu ve çiçeklerden ellerini çekti, ağır hareketlerle ayaklandı.

   "Sence bir ihtimal var mı, anne? Onca soylu ailenin içinden, bizim gibi taşralı bir ailenin onurlandırılmasının bir ihtimali..?"

   "Yüce varlıkların gözünde, insanların statüsü bir anlam ifade etmez Baekhyun."

   Sert bir ses tonuyla cevap aldığında sanki suratına tokat yemiş gibi geriledi ve zorlukla yutkundu, bu akşam, sadece birkaç saat sonra ölebilirdi ve buna kendini hiç hazırlamamıştı bile. Daha yaşamadığı çok şey vardı, tecrübe etmediği, yapmadığı... Bu kadar erken ölme düşüncesi onu fazlasıyla korkutmuştu. Uzun bir süredir bunu düşündüğü için uykuları kaçıyordu, annesine her ne kadar belli etmemeye çalışsa da pek başarılı olamıyordu, annesiydi sonuçta. Tanıyordu oğlunu o da.

   "Ben..." dedi Baekhyun, boğazına oturan yumruyla defalarca yutkunurken, "Ben gidip arkadaşlarıma bir bakayım."

   "Güneş batarken at arabalarının yanında ol, sakın geç kalma."

   Baekhyun annesinin sözüne kafasını sallarken hızlı adımlarla arkasını dönüp bahçeden çıktı ve yokuştan aşağı hızla inmeye başladı. Evleri kocaman bir çayırın yüksekte kalan bir tarafındaydı, bu devasa çayırdaki kasabada yaşıyorlardı. Köy demek daha doğru olabilirdi belki de, kasaba bile fazla gelişmiş bir terim olarak kalıyordu.

ánthos | chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin