Bölüm 2: AYNA

37 9 0
                                    

"Sabaha daha çok var ama biliyoruz ki bir sabah var." 

İnsanın toprakla bütünleşeceği eriyip yok olacağı bir gün elbet vardır. İnsan fanidir ve ömür denen tükenmez kalem, geri kalan tüm kalemler gibi bir gün tükenir ve hayatının hikayesini yazmaya artık devam edemez. Mezarlık denen tükenmez kalem çöplüğünde kendine yer bulur. Ömrü dolan pil atılır, biten parfüm şişesi başka şekilde değerlense de eski işlevini yitirir, kırılan gözlük bir daha kullanılmaz ve ömrü dolan insana rüyalar dışında bir daha ulaşılmaz. Münire Hanım için sayfalarca yazılı bir defter demek az kalmazdı. Mücadeleyi seven ve kızına da bunu aşılayan güçlü bir kadının, bir umut deyip tutunduğu sevgi sonucu uğradığı hüsranla dünyasında erozyon olmuş, artık ne evinin ne mahallesinin sağlam bir karış toprağı kalmamıştı. Toprağın aşınan ilk katmanı güveni oldu. Eşi Servet Bey'in iş için dışarı çıkıp aylarca gelmeyişleri ve evde olduğu nadir zamanlarda geçirdiği uzun telefon konuşmaları Münire Hanım'ın içine evvelden kurt düşürmüştü. 

Gündüzler gecelerden daha kısadır kim ne derse desin. En uzun gün bile geceye döner ve etrafını saran dumanlı düşünceler eşliğinde sabahın oluşundan kaçar insan. Düşüncelerin sis perdesi aralandığı bir sabahta Münire Hanım gerçeğin gölgesini gördü. Servet Bey artık eve daha sık geliyordu fakat onunla eskiden olduğundan daha az konuşuyordu. Küçük kızını, Berna'sını artık daha çok seviyor gibiydi. O uyuduktan sonra üzerini örtmeye odasına gider, ona birkaç cümle fısıldar, daha sonra eşinin yanına yatmaya gelirdi ama uyuyamazdı. Konuşmazdı da ama gözleri kapalı yatardı öylece.

"Bu dünya senin için bu kadar kirliyse bu pisliğe ben sürükledim bunları kızım. Bir gün beni anlayacaksın ama anladığında ben bunun bedelini çoktan ödemiş olacağım. Senin için, sana zarar gelmemesi için yapacağım kızım." Bir sabah kahvaltıya inmeden önce Servet Bey, Berna'ya bunları söylerken kapı aralığından annesi gördü ve dinlemeye başladı. Tedirgin olması gereken konu çevrenin artık eskisi kadar iyi insanlarla dolmadığı ve bir baba olarak onun koruma içgüdüsüyle kızına yaklaşması olamazdı Münire Hanım'ın. Normal bir konuşmaydı bu. Hatta belki rüyasında görmüştü kızını ve konuşmak istemişti. Sesi şefkatliydi ve bedeni yaprak gibi titriyordu. Sevdiği biri için korkan insanlar gerçekten böyle mi görünüyordu dışarıdan?

Annesi geri çekildi ve odalarına gitti. Üzerini değiştirdikten sonra alt katta hazırladığı kahvaltı için eşi ile kızını çağırmak istedi. Biraz koku sürdükten sonra eşinin çalışma odasının önünden geçerek kızın odasına girdi. Berna uyanmıştı yatak boştu. Yatağı düzelttikten sonra çalışma odasından gelen sese yöneldi. Servet Bey kasaya bir yığın dosya koymuş fakat içinden bir kağıdı kendine ayırıyordu. Masanın üzerine bıraktığı kağıt oldukça önemli bir işle ilgili olmalıydı ki kasadaki özel eşyaların yanında durmaktaydı.

"Aşkım, kahvaltı hazır."

Münire Hanım'ın sesiyle irkildi. Adam onun ne zamandır orada olduğunu bilmiyordu. Kağıtları düzenleyerek "Geliyorum hayatım." dedi. Apar topar bir şeyleri kasaya koydu. Münire Hanım'ın yanına geldi. Birlikte aşağı indiler ve kahvaltıya oturdular. Bunun son aile kahvaltıları olduğundan haberi olsaydı Berna daha şen şakrak olurdu ama canı sıkkındı. İstediği Barbie evi daha sonra alınacak diye üzülüyordu bu yüzden pek de bir şey yemedi. Annesi ve babası kahvaltı yaparken o birazcık yedi ve bebeklerini, oyuncaklarını alıp bahçeye oynamaya çıktı.

Kıyametin fragmanı gibi bir kavga ve ardından dağılan ailesi Münire Hanım'ın kendine olan güvenini de sarsmıştı.

****

Yalnız yıldızlar daha yakındı birbirlerine ve nehirdeki berrak su giderek bulanıklaşıyordu. Sağlamlığından şüphe duymadığı dağ, volkanik bir dağdı ve artık patlama zamanı gelmişti. Yanardağ, duman ve lav püskürtmeye başlamıştı. İki kişinin bildiği hiçbir zaman sır olarak kalmazdı. Eren de bu sırrı öğrenerek buna ortak olmuştu. İki abisinden biri uyuşturucu kullandığı için ölmüştü ve annesi yalnız başına geri kalan iki evladını büyütemeyeceğini anlayarak onları yetiştirme yurduna vermişti. Zor günlerdi. Orada yaşanan her şeyi anlamak için her gece insanların çığlıklarla, "anne" diye feryatlarla uykularından uyanıp ağlamalarına on yıla yakın şahit olmak gerekirdi. Odaları kontrole gelen görevliler ve yurt güvenliği zaman zaman zorluk çıkardığı iddia ederek çocukları döverdi de kimse sesini çıkarmazdı. Ceza olarak küçük ve yüksek bir tek penceresi olan böcek yuvası bir "mahzen" dedikleri yerde sözlerini tutmayan çocukları hapseder, kim bilir kaç gün aç bırakırlardı. Mahzenden çıkan çocuklar adeta konuşmayı unuturdu fakat caydırıcı bir ceza olduğu kesindi. Dahası televizyon öyle her gün istediği kadar izleyebileceğin bir şey değildi ve herkes belli bir saatte uyumak zorundaydı tıpkı belli bir saatte uyanmış olmak zorunda oldukları gibi. Kitap okumalarına ise elbet izin verilirdi ama önce yurt yönetimine giden kitaplar denetlenir, hatta çoğu atılırdı. Tek tük gelen kitaplar da bekledikleri ihtiyacı karşılamazdı. İnsan böyle bir ortamda nasıl olur da aklını yitirmezdi? 

20 NUMARAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin