İkinci Bölüm

481 35 15
                                    


Ayaklarımı daha sağlam bir şekilde yere basarak uzun süre kaldığım yerden kalkıp eve doğru ilerledim. Bugün geliyordu. Hiçkimse onu burda istemiyordu, ben dışında. Ondan nefret edecek kadar seviyordum ama hala beni bir andan bırakıp gitmesinin üstünden gelebilmiş değilim. Vampir olunca bu duygular daha yoğun bir şekilde vücudunuzu ele geçirip günışığına çıkıyordu. Üzüntü, nefret, keder, kin, intikam..

"Caroline, lütfen kafaya takma. Sadece bir kaç günlük bir şey. Sonra gidecek." Elena'nın yanıma geldiğini farketmemiştim. Kollarını bir dost şevkati ile bana sardı. İçten olacak kadar gerçekçi bir gülümsemeyle kafamı omzuna koydum. "Biliyorum, sadece kalbimde bir hareketlilik var." Bunu söyleyince büyük bir kahkaha atmıştım. Bu Caroline Forbes'a göre bir şey değildi. O da güldü ve eve girdik.

"Sevimli misafirimiz birazdan burada olur. Tekilaları sakladın mı Stefan, onları kimseye vermek istemem." Şakacı tavırlarıyla ortamı neşelendiren Damon'un bu içki sevdasını anlamış değildim ve halada anlayamıyordum.

Elena ile mutfağa giderken kapı çaldı. İşte o an geldiğini hissetmiştim. Ciddi bir ifade ile Elena'ya baktım. Kapıyı açmam için kaş göz hareketleri yaptı, Damon'a bakmaya tenezzül dahi etmedim çünkü koltukta oturup birinin kapıyı açmasını bekliyordu ve sanırım biri ben oluyordum.

İki adım sonra kapının önündeydim, nefes almayı unutmuş bir durumdu bu. Ellerim tereddütle kapı kulpuna gitti ve kapıyı açtım.

Karşımda hatırladığım eskiye nazaran daha parlak ve daha canlı mavi gözler, kehribarın en güzel tonundaki saçları, her zaman ki tebessümü ile karşımdaydı. Ona bakmaya öyle dalmıştım ki, içeri davet etmemiştim.

"Merhaba aşkım." Tereddütle sormuştu. Yüz ifadesinden anlıyordum. Aslında onu çok iyi tanıyordum. Bana bu kelimeleri söylemeyeli o kadar da zaman olmamışken bile yinede özlemiştim.

"Elena, misafirimizi içeri davet eder misin?" Gözlerimi bir an olsun ondan ayırmadan seslenmiştim.

Kalbimin derinliklerinde değil bütünüyle kalbimde bir şeyler oluyordu, kelimelere dökemediğim şeyler.

"İçeri gel Klaus." İsteksizce sarf ettiği cümle sonunda Klaus'a hoşgeldin bakışı atıp mutfağa ilerledi Elena. Ben ise hala kapıyı kapatmayı akıl edememiştim.

"Caroline."

Bana seslenişi bile değişmemişti. Aksanındaki hitap şekli beni büyülüyordu lakin o kadar zamandan sonra nasıl böyle davranabiliyordu bana? Beni ezik bir ucube mi zannediyordu? Ben üç yıldır kendi ayakları üzerinde duran biriydim, beni kolay kolay yıpratamazdı, eğer yıpratırsa bile ben güçlü görünecektim.

"Klaus." Peki ya benim onu özlediğim kadar o da beni özlemiş miydi?

"Konuşmamız gerek." Koşullu bir edayla konuşması hayra alamet bir şey değildi.

Her ne kadar bunu istemesemde arka bahçeye, tek başımıza konuşabileceğimiz bir yere doğru ilerledim.

"Biz burda yokuz çifte kumrular. İstediğiniz gibi konuşabilirsiniz." Yarımağız gülen Damon'ı umursamayı bırakıp cam kapıyı sürükleyip dışarı çıktım. Arkamdan gelen ayak sesleri ile kendimi bir kez daha güvende hissettim.

"Üzgünüm hayatım. Başıma bunların gelebileceğini tahmin bile edemezdim. Seni iki ay boyunca yalnız bıraktığım için affet beni Caroline." Bu kadar basit olamazdı. Ben bu kelimelerle iyileşmeyecektim.

"Sen ne dediğinin farkında mısın? Bütün hayatımı planlamıştım. Her şey güzelce ilerleyecekti, biz birlikte olacaktık ve o aşikar olmadığım hayatı yaşayacaktım. Sadece ikimiz olacaktık dünyaya karşı. Bütün hayallerimi, planlarımı, gelecekle ilgili planlarımı yıktın. Kendi ellerinle yerle bir ettin ve şimdi karşıma geçmiş af mı diliyorsun?" Bu kadar sinirle konuşmama mimiklerim uyumlu bir ahenk içinde eşlik ediyordu. Bu kadar aşağılayıcı konuşmayı kendimden beklemiyordum.

"Ne var biliyor musun? Sen beni yıpratıyorsun. Her şey yoluna giriyor, tam istediğim gibi bir hayat yaşıyorum ama senin sorunların bizi bir dakika bile rahatsız etmeden duramıyor." Nefes almak için durup, yüzüne baktım. Sefaletin bütün boyun eğdirişini kabullenmiş bir adamın yumuşaklığıyla başını öne eğdi.

"Eminim, şimdi bana bi açıklama borçlu olduğunu biliyorsundur." Bana itaat edip her şeyi söylemesini istedim ama bunun tam tersini yaptı.

"Bunu senin iyiliğin için söyleyemem hayatım." Yanağıma bir buse kondurup hızla geri çekildi. Şuanda her ne kadar eriyip gitsemde derin bir nefes aldım. İki ay önce bir anda çekip gidiyor ve bunu bana söylemiyordu. Ben onun sevgilisi değil miydim?

Yanımdan geçerken kolunu tutup bana çevirdim yüzünü. "Eğer birbirimizden sır saklamaya gerek varsa ortada birliktelik diye bir şey yoktur. Bitti Klaus." Kolunu hızla savurup bulunduğumuz ortamı terk ettim.

Korktuğu başına gelmişti. Çalkantılı ilişkimiz bitmişti ve sanırım istediğine kavuşmuştu. Bu onunla geçirdiğim son gündü.

Evden nasıl çıktığımı bilmiyordum. Gözlerim kararmıştı. Elde ettiğim her şansta çuvalladığım gibi bunda da çuvallamıştım.

Onunlayken çok farklıydı. Saatlerce birbirimize bakarak susabilirdik, birbirimizden bir şeyler gizlemeden. Bana sorun neyse anlatabilirdi. Ama o diğer bir yolu seçmişti, beni kaybetmeyi, seçti.

O beni her geçen gün öldürüyordu ama ben katilimi seviyorum.

Uzun zamandır uğramadığım eski evime gittim. Buraya çok sık uğramazdım annem öldüğünden beri. Bu evden dolucasına anımız varken kolay kolay gelmezdim buraya. Ama bir kibrit kutusuna sığamayacak kadar küçüldüğüm zamanlar ilk soluğu burada alıyordum.

"Yine ben geldim anne. Yalnızım. Burada olman için çok şey feda ederdim anne. Tanrı'nın lanetli çocuklarından olduğumu düşünüyorum." Gözyaşlarım bir sel olup akarken ben güldüm. Onunla konuşmak iyi geliyordu.

"Onu cezalandıracağım, ona öyle bir şey yapacağım ki. Tanrı onu cezalandırırken benim aldığım zevki alamaz." Yüzümdeki nefret kusuyordu.

Ben bunları söylerken telefonuma gelen mesajla dediklerimden bir anda vazgeçtim.

"Eğer benimle New Orleans'a gelirsen her şeyi anlatırım."

          Klaus

Give Me Love (Klaroline)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin